Edinburgh görece küçük bir şehir. İkinci günkü planımız otelimizin de üzerinde bulunduğu Royal Mile'da (Kraliyet Yolu). Bu yol, Holyrood sarayından başlayıp Edinburgh kalesine kadar uzanıyor. 1.5 km uzunluğundaki, yanda da fotoğrafı görünen Royal Mile, dört bölüme ayrılıyor: Castlehill, Lawnmarket, High Street ve Canongate. Bu cadde üzerinde, 16.yy'dan 18.yy'a kadar uzanan farklı dönemlerde yapılmış binalar sıralanıyor. İlk durağımız Edinburgh Kalesi. Bu kalenin içini görmek istiyorsanız, mutlaka bir süre önceden internetten biletinizi almalısınız. Kaleye girişler saatli, bu sebeple, bileti alırken giriş saati de seçiyorsunuz. Biz sabah 10.00 girişli bilet aldık mesela. Kapıya gittiğimizde "sold out" yazıyordu. Biz biletlerimizi gösterip geçerken, yanımızda bileti olmayan bir adam Kanada'dan geldiğini, bir daha ne zaman Edinburgh'e geleceğini bilmediğini, kaleyi gezmesinin bir yolu olup olmadığını soruyordu. Biz içeri doğru yol alırken, bilet görevlileri adama yardımcı olmak için yetkili kişiyi arıyordu. Bu arada hayatımda İskoçlar kadar güler yüzlü ve yardımsever insanlar görmediğimi söylemeliyim. Sokakta alakasız bir kişi bile size gülümseyip, ona yol verdiğiniz için teşekkür ediyor. Biz gelmeden bir hafta önce Taylor Swift konseri varmış. Neyse ki bizim gittiğimiz haftaya denk gelmedi çünkü otel fiyatları astronomik fiyatlara ulaşmış. Konser alanı direk kalenin girişinde. Daha önce askeri törenlerin yapıldığı alan, seyirciler için oturaklar yerleştirilerek konser alanına çevrilmiş. Kalenin surlarının içinde girip biraz yürüdükten sonra One O'Clock Gun'un bulunduğu meydana ulaşıyorsunuz. Bu topun bulunduğu alana saat bir civarında gelirseniz ateşlendiğini görebilirsiniz. Kaleyi gezmeyi yaklaşık bir buçuk saatte bitirdiğimizden topun ateşlenme saatini beklemeyip, otele gidip dinlenmeyi tercih ettik. Artık çocuklu bir aile olduğumuzdan ve yıllar geçtikçe yaş aldığımızdan eskisi kadar enerjimiz olmuyor ne yazık ki. Kalenin içinde birbirinden ayrı ve farklı zamanlarda yapılmış birçok bina mevcut. İlk olarak gezdiğimiz yapı Scottish National War Memorial. Bina, kışla olarak inşa edilmiş, ancak 1923 yılında I. Dünya Savaşı'nda ölenleri anmak amacıyla yeniden düzenlenmiş, daha sonra II. Dünya Savaşı ile ilgili bölüm de eklenmiş. Kalenin içindeki sonraki durağımız Prisons of War. Crown Square'in altındaki bu kısımda, 1700'lü ve 1800'lü yıllarda, yüzlerce savaş esiri bir arada, sıkışık bir şekilde tutuluyormuş. 1800 civarındaki halleriyle yeniden canlandırılmanın yapıldığı bu kısma girdiğinizde kendinizi birden geçmiş çağlarda buluyorsunuz. Kaledeki üçüncü durağımız Great Hall, 1503 yılında Margaret Tudor ve IV.James'in evlilik töreni için inşa edilmiş. İngiliz general Oliver Cromwell 1650 yılında kaleyi ele geçirince, bu büyük salonu kışla olarak kullanmış. Toplum baskısı sonucu 1887 yılında salon eski haline döndürülmüş. Crown Square'in (Taç Giyme Meydanı) doğu kanadında İskoçya kraliyet mücevherlerine ev sahipliği yapan Royal Palace var. Mary Stuart'ın, geleceğin kralı oğlu James'i doğurduğu küçük oda Queen Mary's Room da burada. Kale'deki son durağımız St Margaret's Chapel, oldukça küçük bir şapel. Kalabalık bir zamanda denk gelirseniz bu küçük şapele dışardan bakmanız yeterli bence, çünkü içerisi çok küçük ve dar. 1093 yılında ölen Kraliçe Margaret için yaptırılan bu şapelin Edinburgh'un en eski yapısı olduğu söyleniyor. Burada hala evlilik ve vaftiz törenleri yapılıyormuş. Komik bilgi: adınız Margaret ise, sizden ücret de talep edilmiyormuş. Otelde dinlenme sonrası ikinci durağımız Scotch Whiskey Experience. Burası da Edinburgh'e gittiğinizde mutlaka uğramanız gereken yerler listesinde bence. Saatli turları yine internetten satın alabilirsiniz zira bu turistik şehirde işinizi şansa bırakmanızı tavsiye etmem. İçinde binlerce viskinin olduğu bu müzede farklı çeşitlerde turlara katılmanız mümkün, fakat çocukları kabul ettikleri sadece bir tane tur var.
Bu tur 50 dakika sürüyor ve seçtiğiniz bir bardak single malt ya da blended viskinin tadımı yapıyorsunuz. İşin güzel yanı, viskiyi tattığınız bardağı günün sonunda size hediye ediyorlar. Scotch Whiskey Experience'ın binası aslında Castle Hill School olarak yapılmış. Binanın üstünde kocaman ismi yazıyor. Fakat şuanda burası oldukça turistik bir bölge olduğundan bina farklı bir şekilde değerlendirilmiş.
Üçüncü durağımız Scotch Whiskey Experience'ın hemen karşısında yer alan Camera Obscura. Burası da Edinburgh'de mutlaka gitmeniz yerler arasında yer alıyor. Bu mekan, karanlık odaların moda olduğu 1850'lerde inşa edilmiş. 6 katlı binanın her katında ayrı bir optik illüzyon sizi bekliyor. En üst katında ise şehrin manzarasını izleyebileceğiniz teras ve buranın kurulma nedeni Camera Obscura yer alıyor. Bu kamera, bizim bildiğimiz anlamda kameralar yokken aynalarla oluşturulmuş. Şehrin canlı görüntüsü aynalarla bir panele yansıtılıyor. Bu düzenek ilk kez kurulduğunda görenler şaşkınlıktan çığlıklar atarak bayılmış. Bu karanlık odada bize Camera Obscura'yı anlatan rehber çok eğlendiriciydi. Kağıttan köprülerle arabaları karşıya geçirdi, sokakta yürüyen insanları sinek gibi avladı ve etraftaki binalarla ilgili tarihsel ve eğlenceli bilgiler paylaştı.
Camera Obscura'daki illüzyonlardan bir örnek :)Ve son durağımız yine Scotch Whiskey Experience. Akşam yemeği için müzenin içindeki Amber restoranda yer ayırdık ve Taste of Scothland menüsünü denedik. Biraz pahalıydı ama bence değerdi. Ayrıca, evlilik yıldönümümüzü de bu güzel restoranda kutlamış olduk. Adından da anlaşıldığı gibi İskoçya'nın farklı lezzetlerinden tattık. Menüye bir bardak viski dahil, fakat fiks menü haricinde yer alan viski menüsündeki viskileri de denemenizi tavsiye ederim. Benim gibi viski düşkünü olmayan birine bile hitap edecek çok çeşit viski var. Katıldığımız turlardan birinde söylemişlerdi sanırım, viskiyi sevmiyorsanız, sizin için doğru viskiyi bulamamışsınız demektir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder