24 Kasım 2024 Pazar

Glasgow

 

Edinburgh'den Glasgow'a trenle bir saatte ulaşmak mümkün, bu da günübirlik bir gezi için mükemmel bir fırsat sunuyor. Biz de sabah erken saatte kalkan bir trenle Glasgow'a gittik. Günübirlik bir gezi olduğundan ve Glasgow, Edinburgh gibi yürüyerek gezilecek kadar küçük olmadığından, şehri kısa sürede en iyi görme şansımız hop on hop off bus'lar. Bu tur otobüslerinin ilk durağı indiğimiz tren istasyonu. İkinci durağı ise, Glasgow'da görülmesi gereken yerler listesinde yer alan Glasgow Katedrali. İskoçya'nın orta çağ binalarından biri olan Glasgow Katedrali, İskoçya'da 1560'taki reformdan sağlam kalan tek katedral. Katedralin arkasında büyük ve eski bir mezarlık yer alıyor. Burası da yine görülmesi gereken yerler listesinde fakat biz şöyle bir bakıp, ihtiyaç molası verip bir sonraki tur otobüsünü beklemek üzere durağa gittik. Yaz tarifesinde tur otobüsleri yaklaşık 15 dakikada bir duraklardan geçiyor. 

 

Modern Sanat Galerisi'nin dışındaki Wellington Dükü heykelinin kafasında yerel mizah anlayışının bir göstergesi olarak bir trafik konisi var. Rehberin anlattığına göre ilk olarak 1980'lerde içkiyi fazla kaçıran gençler, tırmanması meşakkatli olan bu heykelin üstüne çıkıp kafasına bir trafik konisi koymuşlar. Yerel yönetim koniyi heykelin kafasından alsa da, bir şekilde koni geri dönmeye devam etmiş ve yerel yönetim en sonunda pes etmiş ve bu hali Glasgow'un simgelerinden biri haline gelmiş. Hatta pandemi sırasında heykelin yüzüne bir de maske eklemişler. 
Tur otobüsünün rotasını takip ederken, rehber, Riverside Müzesini çok övdü. Otobüsteki çoğunluk da bu müzede inince biz de onları takip ettik fakat müzede çok da ilginç bir şey yoktu. Haliç'teki Koç müzesinin çok küçük bir versiyonuna benziyordu. İlk planımız Kelvingrove Art Gallery and Museum'a gitmekti ama bu müzeyi gezince ona vakit kalmadı. 
Ama iyi yanı, bu müzede inince biraz geriye doğru yürüyüp önünden otobüsle geçtiğimiz Clyside Distillery'e girip birer viski içme fırsatımız oldu. Burada da her damıtımevinde olduğu gibi fabrika turları vardı ama bizim o kadar vaktimiz yoktu. 
Glasgow'da asıl vakit ayırmak istediğimiz yer Glasgow Bilim Müzesi. Burası çocukla seyahat ediyorsanız mutlaka görmeniz gereken bir yer. Daha önceki bilim müzelerinde de gördüğümüz şeyler ve hatta daha fazlası var. Önceden bilet almanızı öneririm çünkü sabah bütün seansları okul gezilerine ayırmışlardı ve o kalabalıkta gezmek mümkün değildi. Biz bileti tam okul gezilerinin bitiş saatine aldık ve sakin bir şekilde gezme fırsatını bulduk. Bu müzenin içinde "nasıl olur?" temalı bir çok sergi var. Camera obscura'da gördüğümüz gibi illüzyonlar da mevcut. Bir de planetaryum var ki çok güzel. Onun için ayrıca bilet almanız gerekiyor ama mutlaka tavsiye ederim. 
Buradan tekrar tur otobüsüne binip tura devam ediyoruz. Bir sonra ineceğimiz lokasyon daha önce de söylediğim Kelvingrove Art Gallery and Museum. Fakat müzenin kapanış saati geldiğinden binayı dışarıdan gezebiliyoruz ancak. Buranın hemen yakınında yürüme mesafesinde Glasgow Üniversitesi var. Oraya da şöyle uzaktan bir bakıp, tur otobüsü durağına geçiyoruz. Saat geç olduğundan tur otobüslerinin duraklardan geçiş saatleri de seyrekleşti. Hatta bir ara acaba son otobüsü kaçırdık mı diye bile düşündük. 
Aklınızda bulunsun beş buçuktan sonra artık otobüsler sona eriyor. Bulunduğunuz durağa göre bu saat daha erken de olabilir. Otobüs gelince içimiz rahatlayıp tekrar binip ilk durağımız olan George Square'de iniyoruz. Biraz o civarda yürüyerek gezip mağazalara baktıktan sonra karnımız acıkıyor. 
Edinburgh'e dönüp orda mı yesek yoksa Glasgow'da mı, hangi restoranda yesek derken saat yine ilerliyor ve karnımız bize artık daha fazla bekleyemeyeceğimizi haber veriyor. İspanyol restoranında tapas mı, İtalyan mı yoksa Yunan mı derken, Yunan restoranında karar kılıyoruz ve iyi de yapıyoruz. Tren istasyonunun hemen dibindeki Yunan restoranının adı Elia Greek Restaurant. Porsiyonlar büyük, yemek siparişini ona göre vermek gerekiyor. Türk damak tadına çok benziyor, adı size oldukça tanıdık gelen yemekler var. Meze de söyleyebiliyorsunuz. Glasgow'da tren istasyonu yakını bir yerlerle yemek yiyecekseniz, tavsiye ederim.
Vee böylece İskoçya ve Edinburgh turumuzun sonuna geliyoruz. Glasgow'dan sonraki gün yolculuk eve. En sevmediğimiz yanı tabii ki İstanbul aktarmalı olması. Bunun İskoçya'ya olan son seyahatimiz olmadığının farkındayız, daha görülecek çok şey var...





10 Kasım 2024 Pazar

Rosslyn Chapel, Scottish Borders & Glenkinchie Distillery

 

Timberbush'tan ikinci katıldığımız tur ise Rosslyn Chapel, Scottish Borders & Glenkinchie Distillery. Edinburgh'dan kalkan bu günübirlik tur için sabah yine sekiz buçukta aynı yerde otobüsümüzü beklemeye koyulduk. Bu tur da diğeri gibi haftanın sadece belirli günleri düzenleniyor. Gitmeden önce internetten turu satın almanızı tavsiye ederim. Bu tur, Da Vinci'nin Şifresi filminin sonunda yer alan Rosslyn Şapeli'ni, büyüleyici Melrose kasabasını ve Johnnie Walker'ın Lowlands'deki evi olan tarihi Glenkinchie İçki Fabrikası'nı içeriyor. Ama bu durakların yanı sıra yol boyunca İskoçya sınırı boyunca harika manzaralar size eşlik ediyor. 

"Taş Kütüphane" olarak bilinen Rosslyn Şapeli, her biri kendi hikayesini anlatan binlerce karmaşık oymayla süslenmiş. "Da Vinci Şifresi" ile ünlü olan şapeli gezerken rehber uyarıyor: "Filmdeki gizli bölmeyi aramayın çünkü yok. Filmin o kısmını başka bir yerde çektiler." Kilisenin tarihini anlatan yerel rehberin giriş cümlesi çok anlamlı: "Buraya ister filmde gördüğünüz için, ister dini sebeplerle, isterseniz de tarihi bir yapıyı görmek isteyen bir turist olarak gelin. Her ne sebeple geldiyseniz ne iyi ettiniz de geldiniz, hoş geldiniz." Yokluklarla dolu bir hikayesi olan şapel, küçük ama etkileyici. 
Rosslyn kasabasından sonra inişli çıkışlı tepeleri, yemyeşil vadileri ve zengin mirasıyla ünlü bir bölge olan pitoresk İskoç Sınırına doğru yola çıkıyoruz. Varış noktamız Rugby'nin doğduğu yer olan ve antik Melrose Manastırı'na ev sahipliği yapan Melrose kasabası. MS 660 yılında kurulan bu tarihi alanın içinde, İskoçya'nın ünlü kralı Robert the Bruce'un kalbi yer alıyor. Manastırı keşfetmek ve bu şirin kasabada yerel kültür ve tarihin tadını çıkararak öğle yemeğinin yemek için zamanımız olacak.
Eildon Tepeleri'nin ve çevredeki nefes kesen manzaralar eşliğinde yolculuğumuza devam ettik. Aynı zamanda şoförümüz olan rehberimiz, Sezen Cumhur Önal gibi önce gördüğümüz manzara, İskoç tarihi, kültürü ve tüm bunlarla alakalı olarak dinleyeceğimiz şarkı hakkında bilgi verip sonra şarkıyı dinletiyordu. Şarkı bitince aynı sunumla sonraki şarkıya geçiyordu. İskoç sınırı yumuşak iniş çıkışlı tepeleri ile ünlüymüş. Rehberimiz bu tepelerle ilgili bir şarkı çalmadan da edemedi tabii ki. Eildon Tepeleri adını ilham almak için burayı sık sık ziyaret ettiği söylenen ünlü İskoç romancı ve şair Sir Walter Scott'tan alıyormuş. Dolambaçlı Tweed Nehri'ni takip ederek Edinburgh'a dönmeden önceki, son durağımız olan Glenkinchie Distillery'e varıyoruz.

Lowlands'de kalan son içki fabrikalarından biri olan Glenkinchie Distillery, Johnnie Walker'ın Lowland'deki evi. Burada, geleneksel viski yapımı sanatı hakkında bilgi edinmek ve Glenkinchie'nin en iyi maltlarından bazılarının tadımı için yine ekstra olan tura katılmalısınız.  
Viski yapımı daha önceki yazımda da söylediğim gibi aslında çok basit. Sadece 3 bileşene ihtiyacınız var: arpa, su ve maya. Proses ilk malzeme olan arpa ile başlıyor. Fakat arpayı maltlamanız gerekiyor. Maltlama prosesi de kendi içinde üçe ayrılıyor: ıslatmak (steeping), çimlendirme (germination) ve fırınlamak (kilning). Arpalar ıslatılarak filizlendiriliyor ki sert kabuğun içindeki kompleks karbonhidrat ortaya çıksın. Daha sonra belirli periyotlarla tahta küreklerle karıştırılarak çimlendiriliyor. Son olarak, fırınlanıyor. Bu prosesten çıkan arpalara maltlanmış arpa (malted barley) deniyor. Maltlanmış arpa öğütülüyor. 
Bu kısımda komik bir hikaye var. Yandaki fotoğrafta gördüğünüz ve Glenkinchie damıtımevinde de olan değirmen Porteus marka. Bu marka çok sağlam olması ile ünlü. Firmanın yaptığı değirmenler o kadar sağlammış ki bozulmadan 100-150 yıl çalışabilmiş. İhtiyaç azalınca firma da tabii ki bir süre sonra batmış. 
Bir sonraki aşamada ikinci bileşen de devreye giriyor: Su. Meyşeleme (mashing) aşamasında amaç şekerli bir sıvı elde etmek. Bu aşamada arpanın içindeki nişasta şekere dönüşüyor. Bu proses sonunda elde edilen sıvının adı: wort. 
Bir sonraki aşama fermentasyon. Üçüncü bileşenimiz olan maya da işte burada işin içine giriyor. Wort, washbacklere alınarak maya ile buluşturuluyor. Maya şekerli sıvının içindeki bütün şekeri bitirip alkole dönüştürene kadar fermantasyon işlemi devam ediyor. Bu proses sonunda elde edilen sıvının adı: wash.
Bir sonraki aşama distilasyon. Burada bakır imbikler ve onların her damıtınevine göre değişen şekilleri devreye giriyor. Aslında bu aşamaya kadar yapım süreci birayla neredeyse aynı. Hatta wash, kötü ve alkolü fazla bira olarak adlandırılıyor. Bu aşamada wash, önce wash still, daha sonra spirit still'de damıtılır. Bu damıtımdan üç bölüm çıkar: baş, göbek ve kuyruk. İşte göbek rakısı benzer damıtma süreçlerinde göbek kısmından yapılan rakıya deniyor. Daha önce Hollyrood Distillery'de aldığımız New Make de bu kısımdan yapılıyor. 
Ve son aşama, olgunlaştırma. İşte ne oluyorsa bu aşamada oluyor. Bir önceki aşamadan damıtılarak gelen sıvı, alkol oranı yüksek olduğundan tekrar su ile seyreltiliyor. Sonra da fıçılara dolduruluyor. Bourbon viskiler yasalara göre sadece bir fıçıyı bir kez kullanılarak üretiliyormuş. E nolsun bir kez kullanılan fıçılar? Tabii ki geri dönüşüm. Fıçılar sökülerek gemilerle Avrupa'ya getirilip burada yeniden fıçı haline getiriliyor ve içine olgunlaşmak üzere İskoç viskisi konuluyor. Yada daha önce Jerez'de gördüğümüz Şeri fıçıları da bu iş için kullanılabiliyormuş. Şeri fıçılarında olgunlaştırılan viskiler daha meyvemsi tatlara sahip oluyorlarmış. Fıçılardan çıkan şeye viski denmesi için fıçıda 3 yıl 1 gün beklemiş olması gerekiyormuş. Ama daha uzun da bekleyebilir tabii ki. Peki daha uzun beklerse ne olur? Meleklerin Payı. Fıçının içindeki sıvı her sene biraz daha buharlaşarak fıçının içindeki hacmin azalmasına sebep olur, yani fıçıdan çıkan viski miktarı siz bekledikçe azalır. Bu da maliyet artışı olduğundan, daha fazla olgunlaşmış viskiler daha pahalı oluyor. Single malt viski isterseniz işiniz tamam ama blended viski peşindeyseniz, farklı maltlardan elde edilen viskileri "belirli" oranlarda karıştırarak blended viski elde edebilirsiniz. 
Turumuz bizi akşam beş buçuk gibi aldığı yere geri bırakıyor. Viskiye meraklıysanız ve İskoç sınırlarında bir gezinti ilginizi çekiyorsa, bu turu tavsiye ederim...


26 Ekim 2024 Cumartesi

The Ultimate Whiskey Experience

 

İskoçya'ya gitmeden önce The Ultimate Whiskey Experience turunu Timberbush turun internet sayfasından satın alabilirsiniz. Bu, Edinburgh'dan kalkan günübirlikte bir tur. Sabaha 8:45'te başlayan tur, aynı yerde 18:30'da bitiyor. Kişi başı £58, çocuklar için daha düşük bir ücret alıyorlar. Eğer çocukla seyahat ediyorsanız turların çocuk kabul edip etmediğine dikkat etmeniz gerekiyor. Viski tadımlı turların bazıları çocuk turist kabul etmiyor. Bu tur her gün yok, bizim gittiğimiz dönemde haftada iki kere yapılıyordu. Bu sebeple, gitmeden önce turların günlerini ve diğer ziyaret etmek istediğiniz yerleri düzgün bir şekilde planlamalısınız. 

2 damıtımevi ziyaretini içeren bu gezi, öğle molasını Aberfeldy yakınlarında bir kasabada veriyor. İlk durağımız Dewar's Aberfeldy Distillery. Dewar'ın dünyaca ünlü Highland Single Malt Aberfeldy viskisi, 1898'den beri Aberfeldy Distillery'de üretiliyor. 
Burada kişi başı 22,95 £ karşılığında Viski ve Çikolata tadım turu için 2 saat harcıyoruz. Bu tur isteğe bağlı ve ilk başta ödediğimiz ücrete dahil değil. Dewar's Aberfeldy Distillery turu sonrası yemek için Aberfeldy kasabasına geçiyoruz. Turumuz Glenturret Distillery'e doğru devam ediyor.
Viski yapımında kullanılan en değerli şey su. Bu sebeple, bütün damıtımevleri temiz bir su kaynağı yakınına kurulmuş. Zaten adı da İskoçya lehçelerinde "yaşam suyu" anlamına gelen "uisge beatha"dan geliyor. Glenturret da Turret nehri kenarında kurulmuş ve İskoçya'nın en eski damıtımevlerinden biri. İskoçya'da kalan tek elle çalışan mash tun burada. Mash tun, bira ve viski üretiminin mashing aşamasında kullanılan büyük bir tekne aslında. Temel olarak maltlı arpayı haşlamak için tasarlanmış büyük bir tencere görevi görür ve 'şıra' olarak bilinen tatlı bir sıvı oluşturur. Tahıllar sıcak suya batırılır ve enzimlerin tahıldaki nişastayı daha basit şekerlere parçaladığı bir süreç başlatılır. 
Bu şekerler, fermantasyon aşamasında maya için hayati enerji kaynağı haline gelir ve sonuçta alkol içeriği sağlanır. Glenturret damıtımevindeki tur da yine ekstra ve kişi başı 15 pound. Forth Bridge'den geçerek ve geçerken fotoğraf molası vererek Edinburgh'a dönüyoruz. Tur toplam 9 saat 45 dakika sürüyor ve 270 km'lik bir mesafe içeriyor. 16-19 kişilik küçük bir grupla yapılıyor. Tur şoförü aynı zamanda ekstra turlar haricindeki rehberliği de yapıyor. Yol boyunca konuşup, eğlenceli bir şekilde geçtiğiniz bölgelerin tarihinden bahsediyor. Bu tura 4 yaşından büyük çocukları kabul ediyorlar. İyi gezmeler...




19 Ekim 2024 Cumartesi

Edinburgh 3.Gün


Edinburgh'deki üçüncü günümüzde Royal Mile'ın bu sefer diğer tarafına doğru yürüyoruz. Daha önce söylediğim gibi bu yolun bir ucunda Edinburgh kalesi, diğer ucunda kraliyetin İskoçya'daki ikametgahı Holyrood Sarayı var. Bizim de bugünkü ilk durağımız Holyrood Sarayı. Bu yol üzerinde turistlerin ilgisini çekecek bir sürü yer var. Örneğin yandaki fotoğrafta görülen saat kulesiyle dikkat çeken yapı, Cannongate Tolbooth. Tarihi 1591 yılına uzanan binanın içinde, People's Story yer alıyor. Biz içine girmedik ama bu müzede, 18.yy'dan günümüze röprodüksiyonlarla kent sakinlerinin tarihini anlatan günlük yaşam betimlenmiş. 

Yine bu yol üzerinde yer alan Cannongate Kirk, 1688 yılında inşa edilmiş. Bu klisenin Calton Hill manzaralı mezarlığında Adam Smith gibi pek çok ünlü kişinin mezarı bulunuyor. 
Üçüncü gün planımız yandaki gibi. 5 ile gösterilen ve aynı zamanda 1 numaralı yer kaldığımız otel. 2 numara ile gösterilen yer ise Holyrood Sarayı. 3 numaralı yer bu gezimizde uğrayacağımız ilk distillery yani damıtımevi olan Holyrood Disrillery. 4 numara ile gösterilen yer ise gün batımını izlemek için sona bıraktığımız Calton Hill.
Royal Mile'ın sonunda Holyrood Sarayı'nın sizi ilk karşılayan yapısı daha önce Queen's Gallery olan şimdiki adıyla King's Gallery. Biz buranın içine girmedik, burada Kraliyet Koleksiyonu'ndan eski tablolar, nadir mobilyalar, dekoratif sanatlar ve geniş fotoğraf koleksiyonundan görsellerin yer aldığı değişen sergiler yer alıyor.
Holyrood sarayının içini gezmek için diğer yerler gibi önceden bilet almanıza gerek yok çünkü fazla kalabalık değil. Giriş ücretine audioguide da dahil. Elinize verdikleri audioguide cihazında çocuklar için ayrı hazırlanmış, görseller ve bulmacalarla desteklenen ayrı bir menü mevcut.
Ana girişten sonra sarayın içinde sizi geniş bir avlu karşılıyor. Bu saray hala aktif olarak çeşitli etkinlikler için kullanılıyor. Hatta biz gittikten bir hafta sonra yapılacak kralın da katılacağı bir garden partinin hazırlıkları sürüyordu. Sarayda, İskoçya kraliçesi Mary'nin odaları olduğu gibi korunmuş. Dar, dik ve dolambaçlı bir merdivenle ulaşılan sarayın en eski bölümlerinden biri de Mary ve ikinci kocası Lord Darnley'nin yatak odası. Bu odanın hemen yanında Mary'nin özel sekreteri David Rizzio'nun öldürülmesine tanık olduğu küçük Akşam Yemeği Odası yer alıyor. Kıskanç kocası Lord Darnley ve bir grup güçlü İskoç lordu tarafından öldürülen Rizzio'nun vücudundaki kan lekelerinin, herkesin görmesi için bırakıldığı Dış Oda'da hala görülebildiği iddia ediliyor. 
Sarayın içini gezmeyi bitirdiğinizde sizi şaşırtıcı bir şekilde Holyrood Abbey'nin harabeleri karşılıyor. 1128 yılında Kral I. David'in, Arthur's Seat'in eteklerindeki ormanda avlanırken, bir geyiğin boynuzları arasında kutsal haç (yani holyrood) görmesiyle, bu bölgeye Kutsal Ruh'a adanmış yeni bir dini yapı inşa edilmesine karar veriliyor. Holyrood Manastırı'nda restorasyon çalışmaları devam etse de hala ziyaretçilerin erişimine açık. Manastırın ayakta kalan çatısız nefi, Romanesk kemerleri, Gotik pencereleri ve tonozlu tavanı, bir zamanlar muhteşem olan bu binanın ihtişamını hayal etmemize yardımcı oluyor. Gezi bittiğinde çıkış kapısına doğru giderken sarayın bakımlı bahçelerine hayran olmamak elde değil. 
Sarayın güneyinde, Arthur's Seat olarak bilinen volkanik tepenin de bulunduğu Holyrood Park yer alıyor. Arthur's Seat'in en tepesine çıkıp inmek yürüyüş temponuza göre bir iki saat arası sürüyormuş ama biz o çabayı göze alamadık. Holyrood Park'ın kenarından yürüyerek bugünkü ikinci durağımız olan Holyrood Distillery'e doğru ilerledik. Parkın kenarında durup sandviçlerimizi yiyerek öğle yemeği molası vermeyi de ihmal etmedik. 
Holyrood Distillery, oldukça küçük bir damıtımevi ve Edinburgh içinde görebileceğiniz tek damıtımevi. Gitmeden önce internetten belirli saatlerde düzenlenen rehberli tur satın alabilirsiniz. Biz öyle yaptık. Bu damıtımevi aslında daha önce tren istasyonu olan bir yapının içine kurulmuş. Tarihi yapının içine duvarlara zarar vermeden sığabilmek için de imbiklere kendine özel bir şekil vermek zorunda kalmışlar. Edinburgh çok eskiden hava kirliliğinin yoğun olduğu ve içinde birçok damıtımevi bulunan bir şehirmiş. Kraliçe Viktorya, damtımevlerini ve çevre kirliliğini azaltmak için zekice bir yöntem bulmuş; vergileri artırmak. Artan maliyetler karşısında şehir içindeki damıtımevleri bir bir kapanmaya başlamış. Yıllar sonra şehrin içinde açılan tek damıtımevi de bu sebeple Holyrood Distillery. Fakat onların da karşısına büyük bir engel çıkmış; pandemi. 2019 yılında kurulan damıtımevi, üretime geçmeye fırsat bulamadan pandemi ile yüzleşmek zorunda kalmış. İskoçya gezisi boyunca gezdiğimiz bütün damıtımevlerinden anladığım aslında viski yapımı çok zor bir şey değil, püf noktalarını bilirsen tabii ve asıl iş fıçılarda oluyor. Bir içkiye viski denebilmesi için fıçıda 3 yıl 1 gün vakit geçirmesi gerekiyor. Haliyle, bu damıtımevi ilk ürününü 2023 yılında ortaya çıkarmış ve ilk mahsul şişeler hemen tükenmiş. İkinci mahsul de çıkmıştı, fakat henüz yeni bir damıtımevi olduğundan satınalmaya değecek kadar güzel değildi. Onun yerine newmake denilen aslında olmamış viski de denebilecek küçük şişelerde satılan ürünlerinden aldık. Çikolata aromalı gibi olan kavrulmuş buğdaydan yapılan newmake güzel olsa da diğer aldığımız şişeleri çok beğenmedik. Hala evde duruyorlar. Bu damıtımevinin çok hoş bir kafesi var. Bu kafede farklı viskileri deneyip, bir şeyler atıştırabiliyorsunuz. Hatta ortadaki kutu oyunlarından oynayıp eğlenceli vakit geçirebiliyorsunuz.
Ve bugünkü son durağımız Calton Hill. Çok tepede gibi görünse de çıkması o kadar da yorucu değil. Bu tepedeki anıtlar sebebiyle, Edinburgh'ya "Kuzeyin Atina'sı" denmesine yol açmış. Tepenin üstünde yer alan yapılardan biri City Observatory. Hemen yanında 30 m yüksekliğinde Nelson Monument yer alıyor. Calton Hill üzerindeki en ilgi çekici yapı ise National Monument. Dor düzenindeki sütunlarla devasa bir Yunan tapınağını andıran anıt, uzaktan bakıldığında 12 sütundan oluşan tek bir ön cepheye sahipmiş gibi görünüoyr ama bu aslında yarım kalmış bir yapı. Sanki yıllar içinde yıkılmış gibi görünen bu anıt aslında 1820'lerde planlanmış ve finansman bitince yarım kalmış. 
Tepeden inince bizi ilk gün gittiğimiz Princes Street karşılıyor. Bu cadde üzerinde yer alan, çiçek tarhlarının üzerinde yükselen yandaki Neo-Gotik yapı, Scott Monument. 61 metre yüksekliğindeki bu anıt, romancı Sir Walter Scott anısına yapılmış.
Böylece üçüncü günün sonuna geldik. Edinburgh'daki dördüncü günümüzü şehrin biraz daha dışındaki yerlerde geçireceğiz...





 




13 Ekim 2024 Pazar

Edinburgh 2.gün

 

Edinburgh görece küçük bir şehir. İkinci günkü planımız otelimizin de üzerinde bulunduğu Royal Mile'da (Kraliyet Yolu). Bu yol, Holyrood sarayından başlayıp Edinburgh kalesine kadar uzanıyor. 1.5 km uzunluğundaki, yanda da fotoğrafı görünen Royal Mile, dört bölüme ayrılıyor: Castlehill, Lawnmarket, High Street ve Canongate. Bu cadde üzerinde, 16.yy'dan 18.yy'a kadar uzanan farklı dönemlerde yapılmış binalar sıralanıyor. 

İlk durağımız Edinburgh Kalesi. Bu kalenin içini görmek istiyorsanız, mutlaka bir süre önceden internetten biletinizi almalısınız. Kaleye girişler saatli, bu sebeple, bileti alırken giriş saati de seçiyorsunuz. Biz sabah 10.00 girişli bilet aldık mesela. Kapıya gittiğimizde "sold out" yazıyordu. Biz biletlerimizi gösterip geçerken, yanımızda bileti olmayan bir adam Kanada'dan geldiğini, bir daha ne zaman Edinburgh'e geleceğini bilmediğini, kaleyi gezmesinin bir yolu olup olmadığını soruyordu. Biz içeri doğru yol alırken, bilet görevlileri adama yardımcı olmak için yetkili kişiyi arıyordu. Bu arada hayatımda İskoçlar kadar güler yüzlü ve yardımsever insanlar görmediğimi söylemeliyim. Sokakta alakasız bir kişi bile size gülümseyip, ona yol verdiğiniz için teşekkür ediyor. Biz gelmeden bir hafta önce Taylor Swift konseri varmış. Neyse ki bizim gittiğimiz haftaya denk gelmedi çünkü otel fiyatları astronomik fiyatlara ulaşmış. Konser alanı direk kalenin girişinde. Daha önce askeri törenlerin yapıldığı alan, seyirciler için oturaklar yerleştirilerek konser alanına çevrilmiş. Kalenin surlarının içinde girip biraz yürüdükten sonra One O'Clock Gun'un bulunduğu meydana ulaşıyorsunuz. Bu topun bulunduğu alana saat bir civarında gelirseniz ateşlendiğini görebilirsiniz. Kaleyi gezmeyi yaklaşık bir buçuk saatte  bitirdiğimizden topun ateşlenme saatini beklemeyip, otele gidip dinlenmeyi tercih ettik. Artık çocuklu bir aile olduğumuzdan ve yıllar geçtikçe yaş aldığımızdan eskisi kadar enerjimiz olmuyor ne yazık ki. Kalenin içinde birbirinden ayrı ve farklı zamanlarda yapılmış birçok bina mevcut. İlk olarak gezdiğimiz yapı Scottish National War Memorial. Bina, kışla olarak inşa edilmiş, ancak 1923 yılında I. Dünya Savaşı'nda ölenleri anmak amacıyla yeniden düzenlenmiş, daha sonra II. Dünya Savaşı ile ilgili bölüm de eklenmiş. Kalenin içindeki sonraki durağımız Prisons of War. Crown Square'in altındaki bu kısımda, 1700'lü ve 1800'lü yıllarda, yüzlerce savaş esiri bir arada, sıkışık bir şekilde tutuluyormuş. 1800 civarındaki halleriyle yeniden canlandırılmanın yapıldığı bu kısma girdiğinizde kendinizi birden geçmiş çağlarda buluyorsunuz. 

Kaledeki üçüncü durağımız Great Hall, 1503 yılında Margaret Tudor ve IV.James'in evlilik töreni için inşa edilmiş. İngiliz general Oliver Cromwell 1650 yılında kaleyi ele geçirince, bu büyük salonu kışla olarak kullanmış. Toplum baskısı sonucu 1887 yılında salon eski haline döndürülmüş. Crown Square'in (Taç Giyme Meydanı) doğu kanadında İskoçya kraliyet mücevherlerine ev sahipliği yapan Royal Palace var. Mary Stuart'ın, geleceğin kralı oğlu James'i doğurduğu küçük oda Queen Mary's Room da burada. Kale'deki son durağımız St Margaret's Chapel, oldukça küçük bir şapel. Kalabalık bir zamanda denk gelirseniz bu küçük şapele dışardan bakmanız yeterli bence, çünkü içerisi çok küçük ve dar. 1093 yılında ölen Kraliçe Margaret için yaptırılan bu şapelin Edinburgh'un en eski yapısı olduğu söyleniyor. Burada hala evlilik ve vaftiz törenleri yapılıyormuş. Komik bilgi: adınız Margaret ise, sizden ücret de talep edilmiyormuş. 
Otelde dinlenme sonrası ikinci durağımız Scotch Whiskey Experience. Burası da Edinburgh'e gittiğinizde mutlaka uğramanız gereken yerler listesinde bence. Saatli turları yine internetten satın alabilirsiniz zira bu turistik şehirde işinizi şansa bırakmanızı tavsiye etmem. İçinde binlerce viskinin olduğu bu müzede farklı çeşitlerde turlara katılmanız mümkün, fakat çocukları kabul ettikleri sadece bir tane tur var. 
Bu tur 50 dakika sürüyor ve seçtiğiniz bir bardak single malt ya da blended viskinin tadımı yapıyorsunuz. İşin güzel yanı, viskiyi tattığınız bardağı günün sonunda size hediye ediyorlar. Scotch Whiskey Experience'ın binası aslında Castle Hill School olarak yapılmış. Binanın üstünde kocaman ismi yazıyor. Fakat şuanda burası oldukça turistik bir bölge olduğundan bina farklı bir şekilde değerlendirilmiş.
Üçüncü durağımız Scotch Whiskey Experience'ın hemen karşısında yer alan Camera Obscura. Burası da Edinburgh'de mutlaka gitmeniz yerler arasında yer alıyor. Bu mekan, karanlık odaların moda olduğu 1850'lerde inşa edilmiş. 6 katlı binanın her katında ayrı bir optik illüzyon sizi bekliyor. En üst katında ise şehrin manzarasını izleyebileceğiniz teras ve buranın kurulma nedeni Camera Obscura yer alıyor. Bu kamera, bizim bildiğimiz anlamda kameralar yokken aynalarla oluşturulmuş. Şehrin canlı görüntüsü aynalarla bir panele yansıtılıyor. Bu düzenek ilk kez kurulduğunda görenler şaşkınlıktan çığlıklar atarak bayılmış. Bu karanlık odada bize Camera Obscura'yı anlatan rehber çok eğlendiriciydi. Kağıttan köprülerle arabaları karşıya geçirdi, sokakta yürüyen insanları sinek gibi avladı ve etraftaki binalarla ilgili tarihsel ve eğlenceli bilgiler paylaştı.  
Camera Obscura'daki illüzyonlardan bir örnek :)
Ve son durağımız yine Scotch Whiskey Experience. Akşam yemeği için müzenin içindeki Amber restoranda yer ayırdık ve Taste of Scothland menüsünü denedik. Biraz pahalıydı ama bence değerdi. Ayrıca, evlilik yıldönümümüzü de bu güzel restoranda kutlamış olduk. Adından da anlaşıldığı gibi İskoçya'nın farklı lezzetlerinden tattık. Menüye bir bardak viski dahil, fakat fiks menü haricinde yer alan viski menüsündeki viskileri de denemenizi tavsiye ederim. Benim gibi viski düşkünü olmayan birine bile hitap edecek çok çeşit viski var. Katıldığımız turlardan birinde söylemişlerdi sanırım, viskiyi sevmiyorsanız, sizin için doğru viskiyi bulamamışsınız demektir...






  

5 Ekim 2024 Cumartesi

Edinburgh 1. Gün

 

Yaz bittiğine göre yazın yaptığımız seyahatleri yazmaya başlayabilirim. Ramazan bayramında ilk durağımız Edinburgh idi. Aparthotel Adagio Edinburgh Royal Mile otelinde kaldık ama hiç tavsiye etmem. Edinburgh genel olarak pahalı bir şehir, doğal olarak oteller de pahalı. Otelin yeri çok güzeldi, kahvaltı iyiydi ama personel kötüydü ve odada pis bir koku vardı. İlk gün 3 saat odaya almak için bekletip yine de almadılar. Akşama doğru ancak giriş yapabildik. 
Otele girememek için beklerken otelin hemen arkasındaki Loudons New Waverley isimli restoranda yemek yedik. Öğle saati olduğu için biraz kalabalıktı ama yemekler harikaydı. 
Beklemekten vazgeçince ilk günkü rotamıza başladık. Haritada 8 ile gösterilen otelin olduğu yer (aynı zamanda 1 numara). 2 numaralı yer ise Potterrow caddesi.
Bu caddenin ünlü olmasının sebebi Harry Potter'a soyadını vermiş olması. Başka da bir numarası yok. Edinburgh'da birçok Harry Potter yürüme rotası mevcut, bu cadde de onların duraklarından biri. Bir diğer durakları ise, Greyfriars Kirkyard mezarlığı. Buranın Harry Potter fanları için önemi ise Tom Riddle'ın ismini bu mezarlıktaki bir mezar taşından alması. Çok aradık taradık ama mezar taşını bir türlü bulamadık. Bu mezarlığın ünlü sakinlerinden biri ise Greyfriars Bobby.  Bu köpek, ölen ve mezarlığa gömülen sahibi John Gray'i, 2 yaşından 16 yaşında ölene kadar, mezarı başında beklemesiyle ünlenmiş ve sahibine olan sadakati sebebiyle bu mezarlığın girişine defnedilmiş. 
Bir sonraki durağımız yine Harry Potter fanlarının ilgisini çeken bir yer: Victoria Street. Bu caddenin J.K. Rowling'e Diagon Alley için ilham kaynağı olduğu söyleniyor. Bu sebeple, caddede Harry Potter fanlarının ilgisini çekecek şeyler satan birçok dükkan bulunuyor. J.K. Rowling, Harry Potter'ın bir kısmını Elephant House kafede yazmış. Ama ne yazık ki kafe birkaç sene önce yanmış. Bu nedenle, Victoria Street'te bir dükkana taşınmışlar. Orijinal yerindeki restorasyon da biz gittiğimizde hala devam ediyordu.
Vee gelelim Johnnie Walker Experience'a. Bence tek kelimeyle müthişti. Viskiyle yapılabilecek harika kokteyller öğrendim. Johnnie Walker ticari hayatına bir bakkal gibi viskileri blend ettiği dükkanında başlamış sonra da nesiller boyu yürümüş gitmiş. Bu deneyimde marka, aklımızdaki bir elinde viski bir elinde puro röpteşambırını giymiş adamların bu içkiyi tükettiği algısını kırmaya çalışıyor. Yerine, viski her yerde her zaman her şekilde içilebilir algısını koymaya çalışıyorlar. Edinburgh'e yolunuz düşerse, Johnnie Walker Experience'a gitmenizi mutlaka öneririm.
Son durağımız Princes Street. Bu cadde üzerinde alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar mevcut. Burası şehrin görece yeni tarafı ve içinden tramvay geçen cadde size çok güzel (ertesi günkü durağımız olan) Edinburgh Kalesi manzarası sunuyor. 
İkinci günde buluşmak üzere...





7 Eylül 2024 Cumartesi

Hamburg

 

Gemiden indikten sonra, uçağa yetişmeden önce Hamburg'da kısa bir şehir turu yaptık. Hamburg da Amsterdam gibi kanallarla dolu bir şehir. Bir sürü köprünün üstünden geçmeden gitmek istediğiniz yere ulaşmanız mümkün değil. Hamburg'daki ilk durağımız, Hamburg Belediye Sarayı'nın bulunduğu meydan. Rehberimiz burada kısa bir fotoğraf ve ihtiyaç molası verdi. Biz de bu kısa arada, meydandaki hediyelik eşya dükkanından buzdolabının üstüne bir magnet almayı başardık. 

Daha sonra tur otobüsüyle, şehir turuna devam ettik. Hamburg bildiğiniz gibi Beatles'ın ilk çıktığı yerlerden biri. Indra kulübün yakındaki meydana, grubun metalden heykellerini yapmışlar. 
Hamburg'da en çok ilgimi çeken yerlerden biri Elb Tüneli oldu. Hamburg'da bir çok kanal olduğundan bahsetmiştim. Şehirliler bu kanallardan birinin üstünden geçmek yerine altından geçmeyi tercih etmişler. Bunun için arabalar asansörlerle aşağıya indiriliyor, kanalın altındaki yolu kat ettikten sonra yolun diğer ucundaki asansörlerle geri yukarı çıkartılıyorlar. Asansörler hala işler durumda ama araç yerine turistleri aşağıya indiriyorlar. Yürüyerek kanalı geçmeniz mümkün.

Elb Tüneli
Elb Tüneli

Hamburg'da en ilgimi çeken bina ise Filarmoni orkestrasına ev sahipliği yapan Elbphilharmonie. Bu büyük yapının balonuna çıkıp şehri panaromik olarak izlemek ücretsiz. Hamburg konumu itibariyle bir ticaret şehri. Bu sebeple, bugün gördüğümüz bu muhteşem konser salonun yerinde, 1875 yılında, şehrin ilk deposu, Kaiserspeicher bulunmaktaymış ve bu yapı 2007 yılına kadar depo olarak kullanılmış. 2007 yılında yapı tamamen boşaltılarak, konser salonunun yapım çalışmalarına başlanmış. Yapı, Elbe Nehri üzerindeki bir yarımadada yer alıyor ve 108 metre yüksekliği ile Hamburg'un içinde yaşanılan en yüksek binası. Yapının tuğla şeklinde görülen kısmı 1963'te tamamlanan Kaispeicher A adlı depo, cam kısım ise bu deponun üstüne 2007 yılından sonra inşa edilen kısmı. 2017 yılında açılışı yapılan bu koca yapının içinde konser salonunun yanı sıra bir otel, lüks daireler ve kamuya açık alanlar da var. 

Böylece hem kısa Hamburg hem de Norveç Fiyortları turumuzun sonuna geldik. Bir sonraki yazımda Haziran'da gittiğimiz Edinburg gezimizi yazmayı planlıyorum. İyi gezmeler...