30 Aralık 2012 Pazar

Palma de Mallorca

Bütün günü denizde geçirdikten sonra, ertesi gün sabah 11:00'de Palma de Mallorca'daydık. Her zamanki gibi kahvaltımızı yapmış, gemi kapılarının açılması için merdivenli salonda bekliyorduk. Gemi gazetesine göre güneş sabah 6:23'te doğmuştu ve akşam 9:21'de batacaktı. Havanın 20 ile 29 derece arasında olması bekleniyordu. Uzun güneşli bir gün bizi bekliyordu. Sindrella misali saatler gece 12'yi vurmadan gemiye dönmemiz gerekiyordu. Gezmeye başlamadan önce gemi gazetesindeki Palma de Mallorca ile ilgili bilgileri okuduk: "Güzel manzara, yumuşak iklim ve bol konaklama seçeneği, Palma'yı dünyanın her yerinden gelen turistler için bir cennete dönüştürüyor." İspanya'nın Mallorca adası, Barcelona'nın hemen güneyinde yer alıyor. "Burası Batı Akdeniz için stratejik bir nokta." Adanın merkezi Palma, adanın güneybatısındaki koyun ortasında yer alıyor.
Geminin demirlediği liman, turistik alanlara biraz uzaktı. Rehberimiz bizi bu konuda uyardı. Biz de gemiden otobüs bileti satın aldık. Böylece istediğimiz zaman geminin hemen önünden kalkan otobüsü kullanarak turistik merkeze gidebilecektik. Geminin otobüsü bizi Palma katedralinin önüne bıraktı. MSC İtalyan bir gemi şirketi olduğundan gemideki yolcuların çoğunluğu İtalyan'dı. Gemi otobüsleri adadan kiraladığından, otobüs şöförleri ise İspanyol'du. Otobüste ön sıralara oturmuştuk ve otobüs şöförü otobüstekilere son otobüsün saatini İtalyanca söylemeye çalıştı sonra bizi de İtalyan sandığından bize dönüp doğru söyleyip söylemediğini sordu. Biz ne İtalyanca ne de İspanyolca bilmediğimizden adama boş gözlerle baktık ama en azından ne demek istemeye çalıştığını anlamıştık :)) Son otobüs gece 23:00'de kalkacaktı...
Palma katedrali gerçekten çok güzel. Fotoğrafta da görüldüğü gibi dışarıdan oldukça heybetli bir görüntüsü var. İçerisi de bir o kadar büyüleyici. Vitraylardan içeri rengarenk ışık demetleri giriyor. Ayrıca, katedralin içerisinde Gaudi'nin tasarladığı bir şapel var.
Katedralin içerisinde gezmek beni acıktırmıştı. Yemek yiyebileceğimiz bir yere doğru yürüyüşe geçtik. Turistik haritaya baktığımızda Plaça Major bu iş için çok uygun bir yere benziyordu ve katedrale de çok uzak değildi. Meydana ulaştığımızda hemen bir restorana oturduk. Rehberimiz bize İspanya'nın Paella'sının çok meşhur olduğu söylemişti. Hemen bir paella söyledik. Bu yemek zaten genellikle iki kişilik geliyor. Tek başınıza bir porsiyon paella yemeniz pek mümkün değil. Paella, safranlı pilav üzerinde deniz ürünleri olan bir İspnayol yemeği. Deniz ürünlerini seven biriyseniz, tam size göre. Fiyatı da çok uygun. Paella'nın yanına sangria söylemeden olmaz. İki kişiyseniz onu da sürahiyle sipariş edebilirsiniz. Yemek gelir gelmez yemeye koyulduğumuzdan fotoğrafını çekmeyi unuttuk :)) Yoksa buraya sizin için güzel bir Paella fotoğrafı koymak isterdim :)) Plaça Major, herhangi bir avrupa şehrinde görebileceğiniz turistik bir meydan. Burada da sokak çalgıcıları ve meydanın ortasında çeşitli gösteriler yapan insanlar var. Oldukça hareketli bir meydan. Yemeğimizi yerken İspanyol ezgilerinin keyfini çıkarttık :))
Karnımızı doyurduktan sonra plaja doğru yola koyulduk. Otobüse binip Palma plajına gittik. Otobüsle giderseniz plaj turistik merkeze çok da uzak değil. Palma'nın denizi çok temiz ve güzel. Adada denize girmezseniz çok şey kaçırabilirsiniz. Plajda denize girip dinlendikten sonra otobüsle turistik merkeze döndük, oradan da geminin otobüsüyle gemiye.
Akşam yemeğimizi gemide yedikten sonra geminin otobüsüyle tekrar katedarelin bulunduğu yere geri döndük. Katedral manzaralı bir barda oturup sangrialarımızı yudumladık. Bu gemi turunda şimdiye kadar gezdiğimiz yerler arasında en çok Palma'yı sevdik. Son otobüs saati geldiğinde Palma'ya veda etmenin hüznü içerisinde gemiye döndük.
Gemiye döndüğümüzde üzüntümüz bir nebze dağıldı çünkü gemi havuz başında bir eğlence düzenlemişti. İnsanlar animatörlerin yaptığı figürleri tekrar ederek dans etmeye çalışıyorlardı. Biz de uzak bir köşede denedik ve kendi çapımızda eğlendik :))

15 Aralık 2012 Cumartesi

Kaptan'ın Kokteyli ve Denizde Geçen Bir Gün

Palermo'da geçen uzun bir günün ardından kamaramıza çekildik ve Kaptan'ın kokteyli için hazırlandık. Kaptan'ın elini sıktık, fotoğraf çektirdik ve kokteyl bölümüne doğru ilerledik. Kaptan'ın kokteylinin en güzel yanı kokteyl boyunca sunulan içkilerin ikram olması. Biz de bolca margarita içtik ve ben biraz çakırkeyif oldum. Kokteylden sonra kamaramıza çekildik.  Balkonda biraz oturduktan sonra uykuya daldık.
Cenova, Napoli, Palermo derken biraz yorulduğumuzu fark ettik. Bu yüzden denizde geçen bir gün bize çok iyi gelecekti. Turu ilk satınaldığımızdaki programa göre bugünü Tunus'ta geçirecektik fakat arap baharı yüzünden program değişti ve Tunus'u pas geçtik. O günü akdenizde Palermo - Mallorca arasında geçirdik. Gemi gazetesine göre o gün güneş sabah 6'da doğup, akşam 9'da batacaktı. Uzun güneşli bir gün bizi bekliyordu. Hava sıcaklığının 21-31 derece aralığında olması bekleniyordu. Gemide yapılacak çok şey vardı çünkü bütün günü denizde geçireceğimizden gemi o güne özel bir sürü etkinlik düzenlemişti.
Gemide 5 adet havuz vardı. Bunlardan iki tanesi geminin ortasındaydı ve çoluk çocuk doluşmuştu. Çığlıklar atarak bir oraya bir buraya koşuşturuyorlardı. Üçüncüsünün ise üstü kapalıydı ama onun da çoluk çocuk açısından diğer ikisinden bir farkı yoktu. Dördüncü havuz ise MSC club üyelerine özeldi. Biz o kulübe üye olmadığımızdan o havuzu hiç göremedik :) Son havuz ise 13 yaşından büyükler için ayrılmıştı. İşte bizim kullandığımız havuz buydu. Sessiz, sakin ve boş :)) Bu havuzun kenarında iki tane de jakuzi vardı. Bütün günü deniz manzaralı havuzda yüzerek, arada jakuziye girerek, güneşlenerek ve kitap okuyarak geçirdik.
Gemideki güzel yemeklerden bahsetmeden geçemeyeceğim. Portakallı ördekten tavşan etine kadar herşeyi denedik. Hatta çok merak ettiğim "Baked Alaska"yı da gemide yemiş oldum :)) Bize hizmet eden garsonlar çok saygılı ve kibardılar.
Akşam yemeğimizi de yedikten sonra kamaramıza çekildik. Mallorka için iyice dinlenmiş ve hazırdık...

1 Aralık 2012 Cumartesi

Palermo, Sicilya

Sabah 8'de gemimiz Palermo limanına yanaştığında, biz erkenden kalkıp kahvaltımızı etmiştik bile. Gemi gazetesi gün doğumunu 5:44, gün batımını 20:38, hava durumunu ise 24-28 derece olarak gösteriyordu. Gezmeye başlamadan önce Palermo ile ilgili gemi gazetesinden edindiğimiz bilgileri aktarayım. Palermo, İtalya'nın Sicilya bölgesinin başkenti. Tarım yapılan ve "La Conca d'Oro" (Altın Kabuk) olarak bilinen verimli topraklara sahip. Bu toprakların "Altın Kabuk" olarak anılmasının sebebi, buranın turunçgiller üretimi ile meşhur olması. Araplar ve Normanlar zamanında genişleyen şehir, dar karışık sokaklara sahipmiş. Bu karışık sokaklar "Aragonese"ler (İspanya kökenli etnik bir ulus) tarafından kaldırılmış ve yol üzerindeki bazı binalar da yıkılarak şehre iki arter kazandırılmış.
Ada italya'ya dahil olduktan sonra, şehir bazı katı kurallara uyarak daha da genişlemiş. Palermo'yu gezmek için ETS tur rehberinin düzenlediği ekstra tura katıldık. İlk olarak rehberimiz bizi köklerini dallarından aşağıya doğru salan ağaçların olduğu bir parka götürdü. Burada fotoğraf molası verdikten sonra, Palermo katerdraline doğru yol aldık.
Bu katedralin özelliği bütün tarzları içinde barındırması. Katedralin inşasına 12.yy'da başlanmış ve 18.yy'a kadar eklentiler yapılmaya devam edilmiş. Bu katedralin sizi ilk bakışta bu kadar etkilemesinin sebebi de bu bence. Çünkü kafanızda onu tam olarak bir döneme oturtamıyorsunuz. Ne yazıkki katedralin içini gezmeye vakit ayıramadık ve bir pazarın içinden geçerek üçüncü durağımıza doğru yola çıktık. Biz de verimli topraklara sahip bir akdeniz ülkesinde yaşadığımızdan bu sebze-meyve pazarında ilgimizi çeken birşey olmadı.
Üçüncü durağımız Normanlar Sarayı idi. Sarazenlerin 9.yy'da kale olarak yaptırdığı "Palazzo dei Normanni", daha sonra kraliyet sarayına dönüştürülmüş. Saray, bugün yerel hükümete ev sahipliği yapıyor. Bu sebeple, sarayın sadece şapeli (Capella Palatina) ziyarete açık. Eğer burayı yazın ziyaret ediyorsanız, her kilisede olan kıyafet kurallarına uymanız gerekiyor. Kolsuz birşey giyiyorsanız, omuzlarınızı örtmek için size bir şal veriyorlar. Bu şapel içerisindeki bizans mozaikleri gerçekten görülmeye değer. Rehberimizin anlattığına göre, bölge Arapların yönetiminden çıktıktan sonra, Arap ahşap ustaları bölgede yaşamaya devam etmiş ve katedral, şapel gibi görkemli yapıların inşasında çalışmışlar. Bu şapeldeki incelikli geometrik süslemeler de Müslüman ustalarla Hıristiyan zanaatkaların ortak çalışması ile yapılmış.
Dördüncü durağımız için Palermo'nun 8 km güneybatısındaki bir tepenin üzerinde bulunan Monreal kasabasına doğru yol aldık. Burada Norman mimarisinin en iyi örneklerinden biri olan Monreal katedralini gezdik. Bu yapının inşasına 12.yy'da başlanmış. Katedralin iç mekanı 12 ve 13.yy tarihli mozaiklerle süslü.
Tavandaki tahta işçiliği çok sade görünse de çok zengin renklerle süslenmiş ve Arap mimarisinin etkilerini gösteriyor.
Son durağımız Palermo'nun güzel plajlarından biri. Turdaki diğer insanlar yemek molası için restorantlara dağılıyorlar, fakat biz hazırlıklı olduğumuzdan hemen soyunup masmavi denize kendimizi bırakıyoruz. Gemimiz 5'te hareket edecek ve hepimizin en geç 16:30'da gemide olması gerekiyor. Yine de Palermo merkezinde geçirmek için biraz vaktimiz kalıyor. Rehberimiz bizi gemiye yakın merkezi bir yerde bırakıyor, isteyenlerse tur otobüsüyle direk gemiye gidiyorlar. Biz yemek molasında denize girdiğimizden yemek yiyecek bir yerler aramaya koyuluyoruz fakat açık bir yer bulmakta zorlanıyoruz. Çünkü farkında olmadan siesta vaktine denk gelmişiz. Bütün yemek yenecek mekanlar akşam yemeği zamanında açılıyorlar. Kendimizi bir pastaneye atıyoruz. Bu sırada rehberimiz de bizim oturduğumuz pastaneye geliyor ve onunla hoş bir sohbet eşliğinde İtalya'nın meşhur capuchino'larının tadına bakıyoruz. Zaman çabuk geçiyor ve çok geç kalmadan gemiye doğru yola çıkıyoruz. Akşam kaptanın "Hoşgeldin Kokteyli" var ve giysi kodu "gala". Yani en şık kıyafetlerimizi giyip süslenmemiz gerekiyor. Gemimiz Mallorca'ya doğru yola çıkarken biz de kamaramıza gidip hazırlanıyoruz.

24 Kasım 2012 Cumartesi

Pompeii


Tarihi Pompeii şehri kalıntıları Napoli'ye çok yakın. Trenle kalıntıların olduğu yere ulaşmak mümkün. Fakat Napoli tren istasyonunun limana biraz uzak olduğunu gitmeden önce fark edememişiz ve baya yürümek zorunda kaldık. Napoli - Pompeii arası yolculukta Vezüv yanardağını uzaktan görüyorsunuz. Bu yanardağ en son 1944 yılında patlamış ve hiçbir patlaması MÖ 49 yılında Pompeii'yi yuttuğu kadar büyük olmamış.
Pompeii UNECO Dünya mirası listesine girmiş. Sokakları küllerin altında olduğu gibi korunmuş. Kaldırımlarında yürürken kendinizi geçmişin bir parçası olarak hissediyorsunuz. Pompeii ve Herculaneum'da yaşayan 16000 insan MS 79 yılında lavların altında kalarak hayatını kaybetmiş.
İnsanlar küllerin altında adeta mumyalanmışlar ve oldukları gibi kalmışlar. Yandaki fotoğrafta dizlerini kendine doğru çekmiş ellerini yüzüne götürmüş ve küllerle kaplanmış bir insan görüyorsunuz. Küller altında kalan şehir 1599 yılında yapılan bir inşaat kazısı sırasında tekrar keşfedilmiş.
Pompeii'yi gezerken girişlerinde süs havuzları olan evler gördük. En sonunda bunların zenginlerin yaşadıkları villalar olduklarına karar verdik. Çok fazla vaktimiz kalmadığından trenle Napoli'ye geri döndük. Napoli tren istasyonundan limana doğru yürümek yerine otobüse bindik ve limana tam zamanında ulaştık. Vakit darlığından Napoli arkeoloji müzesini ve Herculaneum'u göremedik. Pompeii'den çıkan birçok kalıntıyı bu müzede sakladıklarını okumuştum. Eğer bir gün yolunuz Napoli'ye düşerse ve vaktiniz varsa bu müzeyi gezmenizi tavsiye ederim.
Gemimiz akşam 7 buçukta limandan ayrıldı. Capri adasının yanından geçerek Palermo'ya doğru yol aldık. Gemi gazetesinde, hava güzel olduğu taktirde sabah 8'de Palermo'da olacağımız yazıyordu. Akşam için elbise kodu "casual" olarak belirtilmişti. Üzerimize rahat birşeyler giyip yemeğe gittik. Yemekten sonra ise bizim için hazırlanan şovu izlemek için tiyatro salonuna gittik ve güzel geçen bir günün sonunda kendimizi Akdeniz manzaralı odamızdaki rahat yatağımıza bıraktık :)

3 Kasım 2012 Cumartesi

Napoli



Gemimiz sabah 10 buçukta Napoli limanına yanaştığında, biz erkenden kalkıp geminin açık büfe restorantında kahvaltımızı yapmıştık bile. Gemi gazetesine göre hava sıcaklığının 23-30 derece arasında olması bekleniyordu. Akşam 7'de herkesin gemide olması gerekiyordu. Zira gemi akşam 7 buçukta ikinci durağımız olan Palermo'ya doğru hareket edecekti. Yani bütün gün güzel bir havada Napoli'yi gezebilecektik. Napoli, Campania bölgesinin başkenti. Yaklaşık 1 milyon nüfusuyla İtalya'nın üçüncü büyük, güney İtalya'nın en büyük şehri. Şehir, Napoli Körfezi içinde ve iki volkanik bölgenin arasında kalıyor (doğuda Vezüv yanardağı ve batıda "Campi Flegri"").




Castle Nuovo, 5 kulesiyle Municipal meydanının doğusunda yer alıyor. Bu orta çağdan kalma kale, Napoli gezimize başlamak için güzel bir mekan. Fazla vakit kaybetmemek için kalenin dışında bir tur atıp, Palazzo Reale'ye ("Royal Palace of Naples") geçiyoruz. Burası Napoli'deki en güzel yerlerden biri denilebilir.
Palazzo Reale, Bourbon kralları tarafından kullanılan dört saraydan biri. İçine girme fırsatımız olmadı ama bu sarayın bulunduğu meydan çok güzel.
Aynı meydanda San Francesco di Paola da bulunuyor. Burası bir kilise ve Roma'daki Phanteon'dan esinlenerek tasarlanmış.

Bu meydandan sonra rotamızı uzaktan gördüğümüz Galleria Umberto I'e doğru yöneltiyoruz. Burası 19.yy'da Neo-Klasik tarzda cam ve çelik kullanılarak yapılmış arkadlı bir alışveriş merkezi. Bugün "AVM" olarak bildiğimiz modern alışveriş merkezlerinin ilk örneklerinden biri. Daha önce Milano'da gördüğümüz Galleria Emanuele II'ye çok benziyor, zira aynı kişi tarafından tasarlanmış. Napoli'nin eski şehir merkezi UNESCO dünya mirası listesinde yer alıyor. Rotamızı bundan sonra yanardağı külleri altında yok olan Pompeii'ye çeviriyoruz...

7 Ekim 2012 Pazar

Akdeniz Turu

Sonunda o mutlu gün gelip çatmıştı. Birlikte bu kadar güzel yerler gezdikten ve birbirimizi tanıdıktan sonra evlenmeye karar verdik. Evlilik hazırlıklarının bir parçası olan balayımızı planladık. ETS Tur bu konuda bize çok yardımcı oldu. Birçok değişik alternatif arasından yandaki fotoğrafta görülen MSC firmasının Splendida gemisinde 7 gece 8 günlük turunu seçtik. Fakat arap baharından biz de etkilendik. Tunus'taki olaylar yüzünden Tunus durağımız iptal edildi ve Tunus'ta geçirmemiz gereken zamanı Palermo'dan Palma'ya giderken denizde geçirdik. Bu gezimizin ortasında bizim için güzel bir mola oldu.
Tur Cenova'da başlayıp Cenova'da bitiyordu. Aslında daha önce Yunan adaları turuna katıldığımızdan gemi turu hakkında bir fikrimiz vardı. Yandaki fotoğrafta ilk günün gemi gazetesini görüyorsunuz. Gemi akşam 5'te limandan ayrılacaktı ve "hava koşulları el verirse" ertesi gün sabah 11'de Napoli'de olmayı planlıyordu. Splendida, Yunan adalarında bindiğimiz gemiden oldukça büyüktü. Bu gemi 18 katlıydı, içinde 25 adet asansör ve farklı büyüklüklerde 5 adet havuz vardı. Gemi 4000 kişilikti ve bunların 1000'ini mürettebat oluşturuyordu. İlk günün kıyafet kodu "informal" dı. İlk günkü gazetede daha çok geminin kuralları anlatılıyordu. Son sayfada kıyafet kodlarıyla ilgili bir bölüm de koymuşlar. "Informal" erkekler için ceket ve kravat, bayanlar için kokteyl elbisesi demekti. Bu akşam kot giymeye izin yoktu.
Geminin kıyafet kuralları aslında o kadar da sıkı değil. Yani kimse sizi burada yazdığı gibi giyinmeye zorlamıyor ama çoğunluk kıyafet kodlarına uyduğu için kalabalık içinde sırıtmamış oluyorsunuz. İlk gün ayrıca "emergency exercise" yani güvenlik tatbikatı vardı. Hepimiz can yeleklerimizi giydik ve toplanma alanına gittik. ETS Tur'un bize bir kıyağı da balkonlu kabin oldu. Gemide iç kabinden çok balkonlu kabin vardı. Biz daha ucuz olduğundan iç kabini tercih etmiştik. Ama gemide boş balkonlu dış kabinler kalmış ki bizi balkonlu kabine yerleştirdiler. Bu da bizim işimize geldi tabii ki. Her sabah kalktığımızda perdelerimizi açtık ve kendimizi başka bir limanda bulduk. Manzarası her gün değişen balkonlu bir odanın keyfini sürdük.
Güvenlik tatbikatından sonra gemiyi gezmeye başladık. Geminin Swarovski taşlarla kaplı bir salonu vardı ve günün bazı saatlerinde burada piyano dinletisi oluyordu. Gemiyi gezdikçe kendimizi kaybettik. İçinde bir sürü kafe, bar ve restoran vardı. Bunların bazılarının da belirli temaları vardı. Gemide ayrıca 2000 kişilik bir tiyatro salonu vardı ve her akşam burada bir gösteri oluyordu. Yemek iki seans halinde yeniyordu ve tiyatrodaki şovlar her akşam iki kere gösteriliyordu. Bu sebeple, bir grup insan yemek yerken diğer grup tiyatro salonunda hergün sergilenen farklı bir şovu izleme şansı buluyordu. Geminin kumarhanesinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Biz daha çok slot makinelerinde oynadık. Harcadığımız parayı kazandığımızda oynamayı bıraktık. Yani kumarhanede vakit geçirmedik demedik ama ne kazandık ne de kaybettik :)) Gemiyi gezip yemeğimizi yedikten sonra gemideki barlardan birinde birbirinden güzel kokteyllerin keyfini çıkarttık ve Napoli için enerji toplamak amacıyla geceyi çok uzatmadık.

30 Eylül 2012 Pazar

Marsilya

Cote D'Azur gezimiz başladığı gibi maceralı bitti. İlk yazılarımda da anlattığım gibi son iki günü Marsilya'ya ayırmıştık. Ama herşey planladığımız gibi gitmedi. Fransa'da emeklilik yaşı artırıldı ve insanlar bunu protesto etmek amacıyla grev yaptılar. Sabah biz otelden ayrılırken resepsiyonda bir adam giriş yapıyordu. Bize grev olduğunu ve hiçbir tren seferinin yapılmadığını söyledi. Biz nedense adama inanamadık. Valizlerimizi aldık ve tren garına gittik. Gerçekten de bütün seferler grev nedeniyle iptal edilmişti. Valizlerimizle birlikte otele geri döndük. Neyse ki boş oda varmış. Uçağımız ertesi gün Marsilya'dan kalkacağından bir gün daha Cannes'da kalmaya karar verdik.
Ertesi gün herşey normale döndü ve biz trenle Marsilya'ya geçtik. Eşyalarımızı tren garındaki dolaplara yerleştirdikten sonra kenti gezmeye başladık. Marsilya göçmenlerin çokça olduğu bir yer. Bu yüzden etrafta gördüğünüz insanlar Avrupa'da görmeye alışık olduğunuz tiplerden olmayabilir.
Marsilya'da dikkatinizi ilk çeken yapı Notre Dame Kilisesi olacaktır. Vaktimiz çok az olduğundan yukarı çıkamadık ve kilisenin içini göremedik. Şans o ki daha bir sene dolmadan kendimizi yine Marsilya'da bulduk ve kilisenin içini görme fırsatını yakaladık. Ama tabi ki bu kısmı daha sonraki yazılarımda anlatacağım.
Marsilya'nın merkezi liman çevresine kurulmuş. Liman aslında daha çok bir gölü andırıyor. Çünkü limanın ağzı çok kapalı. Buranın denizle bağlantısı olup olmadığını anlayabilmek için limanın denizle bağlantısının olduğu yere kadar yürüdük.
Marsilya'da Fransa'nın başka şehirlerinde de olan   çikolata & şekerleme satan bir dükkanlar zinciri var. İçeri girdiğinizde kendinizi Hansel&Gratel masalındaki cadının evinde hissedeceksiniz. O kadar şekerleme ve çikolatanın içinde hangisini alacağınıza karar veremeyeceksiniz.


Cote D'Azur maceramız Marsilya'da sona erdi. Ama bizimkisi gibi bir Cote D'Azur gezisi yapmayı planlıyorsanız ulaşım noktası olarak Marsilya'yı kullanmayın derim. Çünkü Marsilya Cote D'Azur bölgesine görece uzak kalıyor. Marsilya-Cannes yada Marsilya-Nice arasını hızlı trenle gitmek zorundasınız. Bu hem vakit alıyor hem de para. Hızlı tren biletleri çok da ucuz değil. THY ile Nice'e uçmak böyle bir gezi planı için daha avantajlı. Üstelik kampanyaları yakalayabilirseniz çok da ucuz olabilir.

22 Eylül 2012 Cumartesi

Grasse

Grasse, Cannes'dan 20 km uzaklıkta ve birçok Cote D'azur yerleşiminin aksine deniz kenarında değil. Bu yolculuğu otobüsle yapmanızı tavsiye ederim. Trenle gitmek isterseniz Grasse tren istasyonunda indikten sonra tarihi merkeze gitmek için tekrar otobüse binmeniz gerekiyor. Cannes otobüs durağı Cannes tren istasyonunun hemen önünde. "ligne TAM 600" yazan otobüse binmeniz gerekiyor. Grasse'ye geldiğinizde "Gare Routiere Grasse"de ineceksiniz. Burası zaten tarihi yerleşimin hemen dibinde. Otobüsten inince gezmeye başlamadan önce bir "tourist information"a uğramanızı tavsiye ederim. Çok yardımcı oluyorlar ve size çok faydalı bir harita veriyorlar.
Grasse bir parfüm başkenti. Koku filmini izlediyseniz filmin son kısmında ana karakterin parfüm yapımıyla ilgili birşeyler öğrenmeye gittiği kasaba Grasse. Parfüm fabrikaları belirli saat aralıklarıyla fabrika içinde kısa turlar düzenliyorlar. Bunlara katılabilirsiniz. Bu turlar sırasında parfümle ilgili bilmediğiniz birçok şeyi öğreniyorsunuz. Biz Molinard'ın turlarına katılmıştık. Bu kısa tur fabrika satış mağazasında sonlanıyor ve birbirinden güzel kokular içinden hangisini alsam diye etrafta dolaşmaya başlıyorsunuz. Hediyelik birşeyler almak için harika bir yer.
Grasse'nin birbirinden şık sokakları var. İçinize sindire sindire güzel kokular eşliğinde gezmenizi öneririm. Sonuç olarak Grasse kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Yakınlarında iseniz bir gün ayırın derim.

11 Ağustos 2012 Cumartesi

St. Tropez

St. Tropez Cannes arası 84 km. Bu mesafeyi karadan kat etmek istiyorsanız araba kiralamanız gerekiyor. Zira Cannes-St. Tropez arası karadan toplu taşıma aracı yok. Ama bu yolculuğu eğlenceli bir hale getirip deniz yoluyla yapabilirsiniz. Bunun için www.trans-cote-azur.com sitesini ziyaret etmenizi öneririm. Yolculuk yaklaşık 1 buçuk saat sürüyor. Tekne sabah 10 çeyrekte Cannes'dan ayrılıyor, 11 buçukta St. Tropez'e varıyor. Gezmek için akşam 4 buçuğa kadar vaktiniz var çünkü tekne bu saatte Cannes'a doğru yola çıkıyor. Gidiş-dönüş bu yolculuğun maliyeti kişi başı 45 euro. Tekne çok da küçük değil, bu sebeple benim gibi deniz tutan biri için bile konforluydu diyebilirim.
St. Tropez'in simgesi olan saat kulesi görülmeye değer. Tabii ki her eski Avrupa şehrinde olduğu gibi burada da eski şehrin sokaklarında kendimizi kaybediyoruz...















Eski şehir kısmında biraz gezdikten sonra yürüyerek ulaşabileceğimiz sakin bir plaja gittik. Etraftaki turistler kayboldu ve muhtemelen çevredeki evlerde oturduklarını düşündüğümüz insanlarla güneşlenip denize girdik. Küçük bir denizanası vakası dışında St. Tropez gezimiz çok hoştu. Herkese tavsiye ederim :))

5 Ağustos 2012 Pazar

Cannes

3 gece Nice'deki otelde kalarak çevredeki yerleri gezdikten sonra 4.gün Cannes'daki otele geçtik. Cannes ve Nice arası 42 km. Trenle bu yolculuk yaklaşık 45 dakika sürüyor, otobüsle ise 1 buçuk saat. Bu yüzden ben size trenle gitmenizi öneririm. Biz de öyle yaptık zaten :)


Nice gibi Cannes'ın da güzel bir sahil şeridi var ve tabi yine burada da deniz kenarı boyunca pahalı ve lüks oteller var. Carlton ve Martinez bunlardan yalnızca ikisi. Cannes'a geldiğimiz ilk günü Cannes'ı gezerek geçirmeye karar verdik ve otele eşyalarımızı yerleştirdikten sonra Cannes'ın karşısındaki St.Honorat adasına gittik. 
St. Honorat adasında adından da anlaşıldığı gibi bir manastır var ve adada sadece keşişler yaşıyor. Adada manastıra ait zamanında savunma amaçlı kullanılmış küçük bir de kale var. Ayrıca adanın farklı yerlerine yayılmış günümüzde kullanılmayan eski şapeller var. 
Günümüzde adadaki manastırda 30 adet keşişin yaşadığı söyleniyor. Ada oldukça yeşil. Deniz kenarında çam havası olmak istiyorsanız bu adaya uğramalısınız. Tamamen doğayla içiçe olabileceğiniz bir yer. Keşişlerin neden bu adayı seçtiklerine şaşırmamak gerek.







Adanın hemen yanıbaşında St. Marguerita adası var. Bu iki ada arasında demirlemiş bir sürü küçük tekne görebilirsiniz. "Demir Maskeli Adam" filminden hatırlayacağınız karakter 1687-1698 yılları arasında St. Marguerita adasındaki hapishanede kalmış. Aslında "Demir Maskeli Adam"ın hikayesi çok ilginç. Sizin de ilginizi çekerse buradan okuyabilirsiniz: http://en.wikipedia.org/wiki/Man_in_the_Iron_Mask


Dünyaca ünlü Cannes Film Festivali'nin Cannes'da düzenlendiğini söylemeye gerek yok sanırım. Bizim gittiğimiz zaman tabii ki festivale denk gelmiyordu. Festival zamanı gitsek zaten pahalı olan Cannes'ın daha da pahalı olacağına eminim. Zaten otellerde yer bulmak da mümkün olmaz diye düşünüyorum. Biz daha çok kalabalıktan olmayan sakin yerleri gezmeyi sevdiğimiz için Cannes'ın oldukça sakin olduğu bir zamanı seçtik.

Yandaki fotoğrafta ünlülerin el izlerini görüyorsunuz. Cannes Film Festivali'nin yapıldığı Kongre Salonu'nun hemen yanındaki parkta bir sürü ünlünün el izine ve imzasına rastlamak mümkün. Her şehrin olduğu gibi Cannes'ın da bozulmadan korunmuş bir eski şehir kısmı var. Şehrin küçük bir kalesi ve eski evlerin olduğu dar sokakları var. Rue du Suquet özellikle akşam yemekleri için tavsiye edeceğim bir yer. Biz genellikle sabah kahvaltısından sonra ikindiye doğru bir şeyler atıştırdıktan sonra akşam o meşhur Fransız mutfağının tadına bakıyorduk. Çünkü akşam yemekleri Fransız restoranlarında bir ritüel gibi. Menüyü getiren garson size önden ne içmek istediğinizi soruyor. Siz menüye bakarken içkinizi getiriyor. Başlangıçlar, ara sıcaklar, ana yemek, tatlı derken yemek için oldukça fazla vakit harcıyorsunuz. Benim gibi seçim yapmakta zorlanan insanlar için birden fazla bölüm olması insanı zorluyor. Menüler Fransızca geliyor fakat altında İngilizce açıklamaları oluyor. Gene de ne geleceği sürpriz olabiliyor. Mesela  sırf içinde et var diye söylediğim bir yemek çiğ et olarak geldi. Sanki köfte için hazırlanan kıymanın üzerine bir de çiğ yumurta kırmışlar. Et sanırım tütsülenmişti fakat bana hiç de çekici gelmedi. Sanırım pişirmeyi unutmuşlar :)) Çiğ et yemekten hoşlanmıyorsanız bu yemekten uzak durun derim.
Bu kadar zenginin olduğu yerde arabaların birbirinden müthiş olduğunu söylememe gerek yok herhalde :)) İşte size bir sürü Jaguar. Hayatımda bu kadar çok Jaguar'ı bir arada bir kez daha görebileceğimi sanmıyorum.
Cannes'da gezerken tesadüfen çok güzel bir galeriye rastladık. Burada Dali'nin eserlerinin üç boyutlu heykellere çevrilmiş versiyonları vardı. Benim çok ilgimi çekti.
Meraklıları için söyleyeyim galerinin adı "Galeries Bartoux". Bir bakmanızı tavsiye ederim.