Nice gibi Cannes'ın da güzel bir sahil şeridi var ve tabi yine burada da deniz kenarı boyunca pahalı ve lüks oteller var. Carlton ve Martinez bunlardan yalnızca ikisi. Cannes'a geldiğimiz ilk günü Cannes'ı gezerek geçirmeye karar verdik ve otele eşyalarımızı yerleştirdikten sonra Cannes'ın karşısındaki St.Honorat adasına gittik.
St. Honorat adasında adından da anlaşıldığı gibi bir manastır var ve adada sadece keşişler yaşıyor. Adada manastıra ait zamanında savunma amaçlı kullanılmış küçük bir de kale var. Ayrıca adanın farklı yerlerine yayılmış günümüzde kullanılmayan eski şapeller var.
Günümüzde adadaki manastırda 30 adet keşişin yaşadığı söyleniyor. Ada oldukça yeşil. Deniz kenarında çam havası olmak istiyorsanız bu adaya uğramalısınız. Tamamen doğayla içiçe olabileceğiniz bir yer. Keşişlerin neden bu adayı seçtiklerine şaşırmamak gerek.
Adanın hemen yanıbaşında St. Marguerita adası var. Bu iki ada arasında demirlemiş bir sürü küçük tekne görebilirsiniz. "Demir Maskeli Adam" filminden hatırlayacağınız karakter 1687-1698 yılları arasında St. Marguerita adasındaki hapishanede kalmış. Aslında "Demir Maskeli Adam"ın hikayesi çok ilginç. Sizin de ilginizi çekerse buradan okuyabilirsiniz: http://en.wikipedia.org/wiki/Man_in_the_Iron_Mask
Adanın hemen yanıbaşında St. Marguerita adası var. Bu iki ada arasında demirlemiş bir sürü küçük tekne görebilirsiniz. "Demir Maskeli Adam" filminden hatırlayacağınız karakter 1687-1698 yılları arasında St. Marguerita adasındaki hapishanede kalmış. Aslında "Demir Maskeli Adam"ın hikayesi çok ilginç. Sizin de ilginizi çekerse buradan okuyabilirsiniz: http://en.wikipedia.org/wiki/Man_in_the_Iron_Mask
Dünyaca ünlü Cannes Film Festivali'nin Cannes'da düzenlendiğini söylemeye gerek yok sanırım. Bizim gittiğimiz zaman tabii ki festivale denk gelmiyordu. Festival zamanı gitsek zaten pahalı olan Cannes'ın daha da pahalı olacağına eminim. Zaten otellerde yer bulmak da mümkün olmaz diye düşünüyorum. Biz daha çok kalabalıktan olmayan sakin yerleri gezmeyi sevdiğimiz için Cannes'ın oldukça sakin olduğu bir zamanı seçtik.
Yandaki fotoğrafta ünlülerin el izlerini görüyorsunuz. Cannes Film Festivali'nin yapıldığı Kongre Salonu'nun hemen yanındaki parkta bir sürü ünlünün el izine ve imzasına rastlamak mümkün. Her şehrin olduğu gibi Cannes'ın da bozulmadan korunmuş bir eski şehir kısmı var. Şehrin küçük bir kalesi ve eski evlerin olduğu dar sokakları var. Rue du Suquet özellikle akşam yemekleri için tavsiye edeceğim bir yer. Biz genellikle sabah kahvaltısından sonra ikindiye doğru bir şeyler atıştırdıktan sonra akşam o meşhur Fransız mutfağının tadına bakıyorduk. Çünkü akşam yemekleri Fransız restoranlarında bir ritüel gibi. Menüyü getiren garson size önden ne içmek istediğinizi soruyor. Siz menüye bakarken içkinizi getiriyor. Başlangıçlar, ara sıcaklar, ana yemek, tatlı derken yemek için oldukça fazla vakit harcıyorsunuz. Benim gibi seçim yapmakta zorlanan insanlar için birden fazla bölüm olması insanı zorluyor. Menüler Fransızca geliyor fakat altında İngilizce açıklamaları oluyor. Gene de ne geleceği sürpriz olabiliyor. Mesela sırf içinde et var diye söylediğim bir yemek çiğ et olarak geldi. Sanki köfte için hazırlanan kıymanın üzerine bir de çiğ yumurta kırmışlar. Et sanırım tütsülenmişti fakat bana hiç de çekici gelmedi. Sanırım pişirmeyi unutmuşlar :)) Çiğ et yemekten hoşlanmıyorsanız bu yemekten uzak durun derim.
Bu kadar zenginin olduğu yerde arabaların birbirinden müthiş olduğunu söylememe gerek yok herhalde :)) İşte size bir sürü Jaguar. Hayatımda bu kadar çok Jaguar'ı bir arada bir kez daha görebileceğimi sanmıyorum.
Cannes'da gezerken tesadüfen çok güzel bir galeriye rastladık. Burada Dali'nin eserlerinin üç boyutlu heykellere çevrilmiş versiyonları vardı. Benim çok ilgimi çekti.
Meraklıları için söyleyeyim galerinin adı "Galeries Bartoux". Bir bakmanızı tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder