Daha önce Edinburgh'ya geldiğimizde de Timberboush'un günübirlikte turlarına katılmış ve çok memnun kalmıştık. Bu sebeple, bu seferki gezimizde de yine gelmeden önce internetten iki tur satın aldık. Aslında Britanya adasının daha kuzeyine götüren 3 günlük turlar da vardı ama otelden valizlerle ayrılıp, üç günü yollarda geçirip tekrar otele giriş işlemleri ile uğraşmak istemedik. Üstelik tur şirketinin sayfasında arabada yer olmadığından bu turlar için yanınızda küçük bir valiz getirmeniz gerektiğini ve fazla bagajınızı ücreti karşılığı emanete verebileceğinizi yazıyordu. Belki başka bir sefere diyerek iki tane günübirlik tur almayı tercih ettik. Üstelik iki ayrı günübirlikte tur, iki günlük turla aynı paraya geliyordu (konaklama hariç), yani uzun tura katıldığınızda kar da etmiyorsunuz. Neyse konumuza dönersek, ilk seçtiğimiz tur Edinburgh'dan batı kıyısına uzananıyor. Bizi Highlands'ın batı kısmında büyüleyici bir yolculuğa çıkaracak.
4 Ekim 2025 Cumartesi
Batı Highlands Gölleri, Dağları ve Kaleleri
14 Eylül 2025 Pazar
Yine yeni yeniden: Edinburgh
Geçen sene yaptığımız Edinburgh gezisini çok sevince (ailecek diyemeyeceğim çünkü Arda sürekli damıtımevi gezdiğimiz için bu geziden çok memnun kalmamıştı), vize almak da Avrupa'ya göre daha kolay olduğu için bu sene yeniden Edinburgh'ya gitmeye karar verdik. Bu kararımızdan memnun da kaldık (bu sefer hiç damıtımevi gezmediğimizden Arda da memnun kaldı). İlk gün hava çok güzeldi. Edinburgh'nın uçak saatine göre sabah orada oluyorsunuz. Bu yüzden yine gecenin bir yarısı Ankara'dan yola çıkmamız gerekti. Uçuşumuz İstanbul aktarmalı. Saat farkı giderken lehimize, gelirken alehimize işliyor.
Bu sefer kaldığımız otel harikaydı. Fiyat, lokasyon, temizlik, personel ve kahvaltı açısından mükemmeldi. Otelin adı Apex City of Edinburgh, yolunuz düşerse aklınızda olsun, yeri Grass Market'ın dibindeydi. Bir yerlere gidip gelirken Victoria Street'i bol bol gördük.
İlk gün hava harikaydı. Edinburgh'ya bu ikinci gelişimiz olduğundan hiç acele etmeden güzel havanın tadını çıkardık ve daha önce gitmeye fırsat bulamadığımız yerlere vakit ayırdık. İlk durağımız Princes Street Gardens. Araba yoluyla ikiye ayrılan bu park, şehrin merkezindeki vadide yer alıyor. Bu vadi eski şehirle yeni şehri birbirinden ayırıyor. Yeni şehir dediğime bakmayın inşa tarihi modern Ankara şehrinin kuruluş tarihinden eski.
Parkın olduğu vadide eskiden bir göl varmış. Ne yazık ki bu göl, şehir atıkları sebebiyle kirlenince, kurutulmuş ve şimdi olduğu haline dönüştürülmüş. Islah edilen gölün bulunduğu vadiye ayrıca demir yolu döşenmiş ve tren garı yapılmış.Güzel havanın keyfini çıkarmak için Princes Street Gardens harika bir fikir. Biz de parkta piknik yapmaya karar verdik. Princes Street üzerindeki Tesco'dan sandviçlerimizi, içeceklerimizi ve meyvemizi alıp tekrar parkın yolunu tuttuk. Ama İskoçya'da şöyle bir laf var: Havayı beğenmiyorsan 5 dakika bekle :) Parka geri döndüğümüzde yağmur yağıyordu. Bir ağacın altına sığınıp sandviçlerimizi yedik. Pek de hayal ettiğimiz gibi bir piknik olmadı ama olsun.
Otele geri dönüp hazırlanan odamıza yerleştik, uykusuz geçen geceden sonra akşam yemeğine kadar biraz dinlendik.
Akşam yemeği daha önce de evlilik yıl dönümümüz için gittiğimiz Amber restoranda. Yine yılın aynı haftasına denk geldiğinden, bir kaç gün gecikmeyle evlilik yıl dönümümüzü burada kutladık. Daha önce Taste of Scotland menüsünü denemiştik. Benim için biraz fazla geldiğinden bu sefer menüden farklı bir şey denemek istedim. Eşim yine Taste of Scotland tercih etti ve menüyü değiştirdiklerini fark ettik. Bence bu sefer gelenler benim damak tadıma daha uygundu. Daha önce çocuk menüsünden Arda'ya seçtiğimiz yemek çok da iyi çıkmamıştı bu yüzden ona normal menüden bir şeyler seçtik ve memnun kaldık.
25 Mayıs 2025 Pazar
Londra: Son Gün
Londra'nın her yerinde The Real Greek adında bir restoran zinciri var. Glasgow'da denediğimiz Yunan restoranını çok beğendiğimiz için Oxford dönüşü akşam yemeğini bu Yunan restoranlarından birinde yemeğe karar verdik. The Real Greek, İngilizlerin beş çayı geleneğini meze geleneği ile birleştirmiş ve ortaya yandaki gibi bir fotoğraf çıkmış. Menüde istediğiniz mezelerden bir seçki seçiyorsunuz ve size beş çayı gibi bir sunumla geliyor. Hepsi de bizim damak tadımıza çok uygun ve çok lezzetliydi. Veee bu gezinin en heyecanla beklediğim kısmı: Frameless. Instagram'da gördüğüm ve mutlaka görmeliyim dediğim bir deneyim. Tabloları teknolojinin de yardımıyla adeta gerçeğe dönüştürüyor. Her zamanki gibi biletlerimizi önceden belirli saat dilimde giriş yapacak şekilde internetten alıyoruz. Ben ilk açılış saatindeki biletlerden almayı tercih ettim çünkü yorumlarda çok kalabalık olduğu etrafta çoluk çocuk koşturduğu için bu deneyimden hiçbir şey anlamadığını yazanlar vardı. İyi bir seçim yaptığımı da deneyimleyince anladım. İlk giriş saati 10'du ve biz erken kalktığımız için çok önceden frameless'ın olduğu yere varmıştık. Neyse ki galerinin konumu Hyde Park'a çok yakın da Londra'nın bu meşhur parkında biraz vakit geçirmenin keyfini çıkardık açılış saatine kadar. Frameless'ta 4 farklı galeri mevcut. Ben daha önceden araştırarak gittiğimden önce ilk sevdiğimden başlamayı tercih ettim. Bir empresyonist hayranı olarak ilk görmek istediğim galeri "The World Around Us"tı ama ilk girdiğimiz için henüz bu oda açılmamıştı. Biz de ikinci en sevdiğim galeriye gittik: "Colour in Motion". Bu galeride resimler yavaş yavaş, ressamın fırçalarından çıkan boya damlaları gibi oluşuyor. Galeriye girdiğimizde bizi Vincent van Gogh'un Otoportresi karşılıyor. Eserler yavaş yavaş gözlerinizin önünde oluşurken, arka planda da çok hoş bir müzik çalıyor.
23 Şubat 2025 Pazar
Cotswolds & Oxford
Artık her büyük şehre gittiğimizde oradan günübirlik rehberli turlara katılmak rutinimiz oldu. Bu şekilde rehberli turlar hoşuma gidiyor çünkü rehber genelde yerel oluyor ve orası ile ilgili daha çok bilgi ediniyorsunuz. Yurtdışı tatilinizin istediğiniz kısmını rehberli, istediğiniz kısmını kendi başınıza planlamış oluyorsunuz. Üstelik yerel tur almak daha ucuza geliyor. Londra'da 4.günümüzde günübirlik Cotswolds & Oxford turuna katıldık. Turu yine internetten önceden satın aldık çünkü gittiğinizde alırsanız, istediğiniz tarihe yer bulamama ihtimaliniz var. Cotswolds Orta Güney Batı İngiltere'de, Thames Nehri'nin yukarısındaki çayırlardan Severn Vadisi ve Evesham Vadisi'nin üzerindeki bir kayalığa kadar yükselen bir dizi inişli çıkışlı tepeler boyunca uzanan bir bölge. Sabah ilk durağımız, köyün ortasından geçen geçen güzel Windrush Nehri sayesinde Cotswolds'un Venedik'i olarak bilinen Bourton-On-The-Water.
2 Şubat 2025 Pazar
Londra 3.Gün: Buckhingam Palace, National Gallery ve National Portrait Gallery
Daha önce Londra'ya geldiğimizde Buckhingham Palace'sı dışardan görmekle yetinmiştik çünkü saray sadece Temmuz-Eylül ayları arasında ziyaretçi kabul ediyor. Londra'ya yolumuz yeniden düşünce bu sefer önceden internetten bilet alarak içini de gezmeye karar verdik. Biletler yine belirli bir giriş saatine göre satılıyor. Girişte size dağıtılan Audio Guide'larla sessiz bir şekilde sarayı geziyorsunuz. Bana kalırsa bir kaç ay önce gezdiğimiz kraliyetin İskoçya'daki sarayına çok benziyordu tarz açısından. İçeride fotoğraf çektirmek yine yasak. Biz de ancak bahçe kısmından bir fotoğraf çekiyoruz. Yandaki fotoğraf da sarayın Mall'dan bir görüntüsü. Kaldığımız yer saraya yakın olduğundan sabah, Londra'nın meşhur parklarının arasından yürüyerek saraya ulaştık. Sarayın çıkış kapısı da sizi arka taraflarda bir yerlere çıkartıyor. Yine parkların arasından yürüyerek ön tarafa ulaştık. Öğle yemeğini St.James parkında yedik. Buradaki küçük büfelerde sandviç ve küçük şişelerde şarap satılıyor. Arda'ya sorarsanız bu öğle yemeği Londra gezimizin en güzel vaktiydi çünkü koşturmacasız, sakin, bir yerlere yetişme telaşı olmadan oturup, yediğimiz lezzetli sandviçin tadını çıkardık. Ve günümüzün ikinci yarısını Londra'nın ünlü resim galerilerine ayırdık. Daha önce geldiğimizde National Gallery'yi hızlı bir şekilde gezmiştik (bkz. https://two-turtles-ontheway.blogspot.com/2018/05/londra-son-gun-natural-history-museum.html). Bu sefer amaç daha sakin bir şekilde gezmekti. O zaman müzenin kapanış saati geldiğinden Van Gogh'un ay çiçeklerinden birini görememiştik. Şansımıza yine göremedik çünkü müze, birkaç ay sonra MoMA'dan ve Hollanda'dan getirecekleri tablolarla bir Van Gogh sergisine hazırlanıyordu. İşte National Gallery'de ilgimi çeken ve daha önce bahsetmediğim tabloların bazılarının hikayeleri...
1860'larda Edouard Manet, Paris'teki sergi ziyaretçilerini, cesurca ve sade renkler kullanarak çizdiği, modern yaşamın yılmaz sahneleriyle şaşırttı. Radikal tarzı birçok sanatçı üzerinde derin bir etki bıraktı. Sonraki yıllarda Claude Monet, Pierre-Auguste Renoir, Berthe Morisot, Alfred Sisley ve Paris'teki diğer genç ressamlar, çağdaş yaşamın gayriresmî yönlerine Manet'den bile daha güçlü bir ilgi göstereceklerdi. Genellikle Seine Nehri boyunca açık havada çalışan bu sanatçılar, ışığın geçici etkilerini yakalamak için titrek fırça darbeleri ve parlak renklerle deneyler yaptılar. Kolayca taşınabilen tüplerdeki yağlı boya gibi teknik ilerlemelerden yararlandılar. Resmî sanat dünyası tarafından defalarca küçümsenen bu ressamlar, sanatlarını ilerletmek için gayriresmî olarak bir araya geldiler. 1874'te, yalnızca 'izlenimci' olarak reddedilen eserlerinin bir sergisini düzenlediler. Bununla birlikte, yedi Empresyonist sergi daha düzenlendi, sonuncusu 1886'da gerçekleşti. Camille Pissarro, grubun sekiz serginin hepsine katılan tek üyesiydi.
Bir sonraki durağımız National Portrait Gallery. Hem National Gallery hem de National Portrait Gallery girişi ücretsiz. Dilerseniz belirli bir saat dilimine ücretsiz giriş biletinizi internetten de alabiliyorsunuz fakat bu müzeler çok kalabalık olmadığından girişteki görevliler saate falan dikkat etmiyor.
16. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, İngiltere birçok nüfuzlu eşi kraliçe olarak taçlandırmıştı; bu kraliçelerin statüleri kralla olan evliliklerinden geliyordu ancak hiçbiri kendi başına hüküm süren bir kraliçe değildi.
Hanover hanedanının geleceği, Mayıs 1819'da Kent Dükü ve Düşesi'nin bir kızının doğmasıyla güvence altına alındı. Prenses Victoria, dul annesi Kent Düşesi tarafından Kensington Sarayı'nda büyütüldü. IV. William'ın 1837'deki ölümünden sonra Victoria tahta çıktı. 70 yıldan uzun bir süre sonra ilk kez genç bir hükümdar taç giydi ve gelecek parlak görünüyordu. Kraliçe Victoria 60 yıldan fazla hüküm sürdü.
Galeri bu portreyi satın aldıktan sonra, yağlı boyanın zamanla şeffaflaştığı yerden hayaletimsi bir erkek figürü ortaya çıkmış. Bu, kız kardeşlerin sanatçı olmayı öğrenen 17 yaşındaki kardeşi Branwell'in otoportresi. Bilinmeyen nedenlerle, portresinin üzerine bir sütun çizmiş.
Galeri, onu restore etmeme, kat izlerini ve boya kayıplarını dikkate değer tarihinin kanıtı olarak tutma yönünde alışılmadık bir karar almış.
11 Ocak 2025 Cumartesi
Londra 2. Gün: Doğal Tarih Müzesi ve Abba
Doğal Tarih Müzesi'ne 2016 yılında gidip bayılmıştık ve buraya mutlaka Arda ile birlikte gelmeliyiz diye düşünmüştük. Çok şanslıyız ki 8 yıl sonra da olsa Arda ile bu müzeyi tekrar gezme şansına sahip olduk. Daha önce yazdığım gibi girişteki daha önce gördüğümüz dinazor 'Dippy'nin yerini 2017'de büyük bir mavi balina olan 'Hope' almış. Tavandan aşağıya sarkan bu balina iskeleti de daha önce yerinde olan dinazor iskeleti gibi etkileyici görünüyor. Daha önce geldiğimizde yandaki fotoğrafta görülen Archaeopteryx fosili dikkatimi çekmemişti. Fatih Altaylı'nın Celal Şengör'le yaptığı bir programda gördüm sonra. Doğal Tarih Müzesi'nde sergilendiğini öğrenince kendi gözlerimle de görmek istedim. Müzenin kuşlarla ilgili bölümünde çok da dikkat çekmeyen bir bölüme koymuşlar. Diğer şeylerin arasında gözden kaçması çok normal. Archaeopteryx, kuşlar ve dinozorlar arasındaki kayıp halka olarak ün kazanmış. Bu tür, kuşlara özgü tüylere sahip olmakla birlikte, dişler, pençeli parmaklar ve uzun, kemikli kuyruk gibi birçok sürüngen özelliğine de sahip. Evrimle ilgili bu pano, ilk geldiğimiz zaman da ilgimi çekmişti ama o zaman fotoğrafını çekmeyi unutmuşum. Bu duvarda, antik hominin akrabalarımıza ait kopya kafatasları kullanılarak 7 milyon yıl öncesinden insana uzanan ağacının çeşitliliği sergileniyor. İnsan Evrimi ile ilgili galeride Homo Sapiens'in kökenleri ile ilgili araştırmalar sergileniyor ve yaşayan en yakın akrabalarımız şempanze ve bonobodan ayrıldığından bu yana soyumuzu takip edebiliyorsunuz. Bütün günü bu müzede geçirdikten sonra akşam için müthiş planlarımız var: ABBA Voyage! Gerçekten mükemmel bir deneyim. ABBA seviyorsanız mutlaka tavsiye ederim. ABBA, gençliklerinde halleriyle, hologram şeklinde muhteşem bir konser veriyor. Yaklaşık bir buçuk saat süren bu deneyim, gerçek bir ABBA konserinden farksız. Biletleri önceden almanızı tavsiye ederim çünkü konser günü bulamayabilirsiniz. Mayıs 2022'den beri devam eden gösteri haftada bir kaç gün gerçekleşiyor ve Ekim 2025'e kadar devam etmesi bekleniyor. Bu tarihten sonra başka bir gösteri mi koyacaklar, yoksa talebe göre süre mi uzatırlar bilemiyorum. Konser alanının içinde uygun fiyatlı, doyurucu ve lezzetli yeme-içme yerleri de var. Konser sırasında fotoğraf ve video çekmek yasaktı ne yazık ki. Ama merak ettiyseniz, youtube'da "abba voyage" olarak aratabilirsiniz. Konser alanı şehir merkezinin biraz dışında da olsa, toplu taşıma ile ulaşım çok kolay.







.jpg)







.jpg)



























.jpg)
