26 Ocak 2013 Cumartesi

Aix-en-Provence

Marsilya'dan sonra rotamızı 30 km kuzeydeki Aix-en-Provence'a çevirdik. Burası Cezanne'a ev sahipliği yapmış çok şirin bir yer. Göçmen dolu Marsilya'nın aksine zengin bir yerleşim. Yaya olarak gezebileceğiniz küçük bir şehir merkezi var. Daracık sokaklarda gezerken Provence havasını içinize çekebilirsiniz. Aix-en-Provence süslü çeşmeleriyle ünlü. Her köşe başında bir fiskiye görebilirsiniz.
13.yy'dan kalma Saint-Jean-de-Malte klisesini gezerken bir vaftiz törenine rast geldik. Bize değişik geldi haliyle...
Gemiye dönüp akşam yemeğimizi yedikten sonra, geminin 2000 kişilik tiyatro salonunda her akşam yaptığımız gibi gösteri izlemeye gittik.
Gemide 5 öğün yemek tur ücretine dahildi. Fakat ekstra para vermeniz gereken restoranlar da vardı, Meksika restoranı gibi. Biz burda yemek yemeyi tercih etmedik ama önünde fotoğraf çektirmeden geçemedik :))

20 Ocak 2013 Pazar

Marsilya: yine yeni yeniden

Gemi sabah 8'de Marsilya limanına yanaştığında her zamanki gibi kahvaltımızı yapmış, kapıların açılmasını bekliyorduk. Kuş misali geziyorduk. Dün İspanya, bugün Fransa, yarın İtalya... Biz gece kamaramızda mışıl mışıl uyurken hiç farketmeden başka bir ülkede buluyorduk kendimizi. Gemiyle seyahat etmenin en güzel tarafı bu: oteliniz de sizinle birlikte geliyor ve bir yerden diğerine giderken hiç yol yorgunluğu hissetmiyorsunuz... Biz uyandığımızda güneş çoktan doğmuştu (gün doğumu: 6:04 am). Gemi akşam 7'de başlangıç noktamız olan Cenova limanına hareket edecekti. Bu yüzden en geç akşam 6 buçukta gemide olmamız gerekiyordu. Güneş akşam 21:27'de batacaktı. Yani gemimiz Cenova'ya doğru yol alırken güverteden güneşin batışını izleyecektik. Gün içinde havanın 18-28 derece arasında olması bekleniyordu. Daha önceki yazılardan hatırlayacağınız gibi Marsilya'ya bir önceki sene yaptığımız Cote d'Azur gezimiz sırasında gelmiştik. Ama yine de ETS turun düzenlediği tura katılmaya karar verdik. Çünkü bu ekstra tur içerisinde yakınlardaki bir yerleşim olan Aix-en-Provence gezisi de vardı. Bir önceki gelişimizde grev sebebiyle Marsilya'yı gezmeye çok vakit ayıramamıştık. Gezmeye başlamadan önce her zamanki gibi gemi gazetesindeki bilgileri okuduk: "Marsilya, Fransa'nın ikinci büyük şehri ve Provence Costa Azzurra bölgesinin merkezi. Fransa'nın güneydoğu sahilinde yer alıyor. Şehir, Akdeniz kıyısında 37 km boyunca uzanıyor ve yılın 300 günü güneş alıyor. Kışlar neredeyse yok denecek kadar hafif ve yazlar az yağışlı geçiyor. Birçok ressam bu şehirden etkilenmiş: Cezanne, Braque, Derain, Dufy ve Marquet."
Marsilya'da ilk durağımız yandaki fotoğrafta görülen "Palais Longchamp". Burayı sadece dışarıdan görebildik. Burası, güzel sanatlar ve doğal tarih müzesine ev sahipliği yapıyormuş. Müzenin içinde bulunduğu "Parc Longchamp", Fransa Kültür Bakanlığı tarafından görülmesi gereken parklar listesinde yer alıyormuş (http://en.m.wikipedia.org/wiki/Palais_Longchamp).
İkinci durağımız Notre Dame klisesi. Bir sene önceki Marsilya ziyaretinde bu kiliseyi uzaktan görmüş, fakat yukarı çıkıp içini gezmeye vakit bulamamıştık. Bu sefer bu şansa sahiptik :) Kilise yüksek bir tepenin üzerine kurulu olduğu için heryerden görülüyordu. Yukarı çıkınca da haliyle geniş bir manzarayla karşılaşıyorsunuz. Yandaki resimde Marsilya kıyısındaki adalar görülüyor.
Yukarıda ayrıca güzel bir liman manzarasıyla karşılaşıyorsunuz.
Kilisenin içi gerçekten çok güzel. Bu kilise, Neo-Bizans stilinde inşa edilmiş ve gemicilere adanmış. Tavandan aşağıya doğru asılmış bir sürü gemi maketi var. Gemiciler denize açılmadan önce bu kiliseye gelip sağsağlim dönebilmek için adak adarlarmış ve sembolik olarak bir gemi maketi asarlarmış. Kilisenin duvarları gemi resimleriyle ve denizde hayatını kaybetmiş denizcilerin isimleriyle dolu.
Marsilya'ya gelmişken geçen sene şekerleme aldığımız dükkana uğramadan edemiyoruz ve Aix-en-Provence'a doğru yola çıkıyoruz.

13 Ocak 2013 Pazar

Barcelona

Sabah 9'da gemi Barcelona limanına yanaştığında biz kahvaltımızı yapmış, geminin kapılarının açılmasını bekliyoruduk. Gemi gazetesine göre güneş sabah 6:23'te doğup, akşam 21:27'de batacaktı. Havanın 22 ile 28 derece arasında olması bekleniyordu. Gemi akşam 6'da demir alacaktı. Bu yüzden herkesin en geç akşam beş buçukta gemide olması gerekiyordu. Hemen gemi gazetesinden Barcelona ile ilgili edindiğimiz bilgileri aktarayım: ""La Rambla" Barcelona'nın merkezidir. Hediyelik eşya dükkanlarından, barlara, restorantlara, tipik Tapas ve ünlü İspanyol sanatına kadar herşeyi bulabileceğiniz ünlü cadde hayatla doludur. La Rambla'dan yukarı doğru 15 dakikalık bir yürüyüş sizi başka bir alışveriş noktası olan "Plaza de Cataluna"ya ulaştırır.
"Sagra da Familia"
"Sagrada Familia" ise büyük İspanyol sanatçı Antonio Gaudi'nin üstün mimari tasarımını temsil eder. Neogotik stilde inşa edilen "Kum Katedral" halen tamamlanmamıştır.
"Casa Batllo"
Mimarın hayat dolu ve olağanüstü mimari işleri arasında ayrıca "Casa Batllo", "Casa Milo" ve tabiiki "Park Güell" vardır.
"Casa Milo"
Bu park orjinalinde 60 evlik bir park-şehir olarak tasarlanmıştır, ancak proje sonunda sadece 2 aile buradan ev satınalmıştır ve bunlardan biri Gaudi'dir."
"Park Güell"
İşte gezmeye başlamadan önce Barcelona ile ilgili edindiğimiz bilgiler bunlardı. Barcelona'da rehberimizin düzenlediği tura katılmak yerine kendimiz gezmeye karar verdik. Bu şehir hakkında gelmeden önce biraz araştırma yapmıştım. Hop on - hop off otobüslerle gezmeye karar vermiştik. Yanlız hesaba katmadığımız birşey vardı: kalabalık. Bizimle birlikte Barcelona limanına 4 gemi daha demirlemişti. Bütün bu gemiler bizimkisi gibi yaklaşık 4000 kişilikti. Yani Barcelona içinde kalan turistler haricinde günübirlik 20000 turist şehre inmişti. Rehberimiz Barcelona limanının yaklaşık 2 buçuk kilometre uzunluğunda olduğunu söylemişti. Biz de yine gemiden otobüs bileti aldık. Bu otobüs bizi geminin önünden alıp şehir merkezine götürdü. Bütün o gemilerden inenler bizim gibi kendileri gezmeye karar vermiş olmalı ki, zaten çok da uzun olmayan günümüzün bir kısmını hop on - hop off otobüs duraklarında kuyruk bekleyerek geçti. Gaudi'nin bütün eserlerini görmeyi başardık fakat Sagra da Familia kilisesinin içine giremedik çünkü gişe önünde çoook uzun bir kuyruk vardı. Sonradan akşam yemeği sırasında öğrendik ki bizim rehberin düzenlediği tura katılanlar, rehber önceden biletleri aldığı için, kilisenin içine girmeyi başarabilmişler. Biraz pişman olduk açıkçası ama iş işten geçmişti. Barcelona ile ilgili izlenimim özetle şöyle oldu: Gaudi Barcelona'ya imzasını atmış, bunu şehri gezdiğinizde hissedebiliyorsunuz ve bu şehri bir günde gezemesiniz! Bunun için en az üç güne ihtiyacımız olduğuna karar vererek şehirden ayrılıyoruz, gelecekte tekrar görüşmek üzere Barcelona...