24 Kasım 2024 Pazar

Glasgow

 

Edinburgh'den Glasgow'a trenle bir saatte ulaşmak mümkün, bu da günübirlik bir gezi için mükemmel bir fırsat sunuyor. Biz de sabah erken saatte kalkan bir trenle Glasgow'a gittik. Günübirlik bir gezi olduğundan ve Glasgow, Edinburgh gibi yürüyerek gezilecek kadar küçük olmadığından, şehri kısa sürede en iyi görme şansımız hop on hop off bus'lar. Bu tur otobüslerinin ilk durağı indiğimiz tren istasyonu. İkinci durağı ise, Glasgow'da görülmesi gereken yerler listesinde yer alan Glasgow Katedrali. İskoçya'nın orta çağ binalarından biri olan Glasgow Katedrali, İskoçya'da 1560'taki reformdan sağlam kalan tek katedral. Katedralin arkasında büyük ve eski bir mezarlık yer alıyor. Burası da yine görülmesi gereken yerler listesinde fakat biz şöyle bir bakıp, ihtiyaç molası verip bir sonraki tur otobüsünü beklemek üzere durağa gittik. Yaz tarifesinde tur otobüsleri yaklaşık 15 dakikada bir duraklardan geçiyor. 

 

Modern Sanat Galerisi'nin dışındaki Wellington Dükü heykelinin kafasında yerel mizah anlayışının bir göstergesi olarak bir trafik konisi var. Rehberin anlattığına göre ilk olarak 1980'lerde içkiyi fazla kaçıran gençler, tırmanması meşakkatli olan bu heykelin üstüne çıkıp kafasına bir trafik konisi koymuşlar. Yerel yönetim koniyi heykelin kafasından alsa da, bir şekilde koni geri dönmeye devam etmiş ve yerel yönetim en sonunda pes etmiş ve bu hali Glasgow'un simgelerinden biri haline gelmiş. Hatta pandemi sırasında heykelin yüzüne bir de maske eklemişler. 
Tur otobüsünün rotasını takip ederken, rehber, Riverside Müzesini çok övdü. Otobüsteki çoğunluk da bu müzede inince biz de onları takip ettik fakat müzede çok da ilginç bir şey yoktu. Haliç'teki Koç müzesinin çok küçük bir versiyonuna benziyordu. İlk planımız Kelvingrove Art Gallery and Museum'a gitmekti ama bu müzeyi gezince ona vakit kalmadı. 
Ama iyi yanı, bu müzede inince biraz geriye doğru yürüyüp önünden otobüsle geçtiğimiz Clyside Distillery'e girip birer viski içme fırsatımız oldu. Burada da her damıtımevinde olduğu gibi fabrika turları vardı ama bizim o kadar vaktimiz yoktu. 
Glasgow'da asıl vakit ayırmak istediğimiz yer Glasgow Bilim Müzesi. Burası çocukla seyahat ediyorsanız mutlaka görmeniz gereken bir yer. Daha önceki bilim müzelerinde de gördüğümüz şeyler ve hatta daha fazlası var. Önceden bilet almanızı öneririm çünkü sabah bütün seansları okul gezilerine ayırmışlardı ve o kalabalıkta gezmek mümkün değildi. Biz bileti tam okul gezilerinin bitiş saatine aldık ve sakin bir şekilde gezme fırsatını bulduk. Bu müzenin içinde "nasıl olur?" temalı bir çok sergi var. Camera obscura'da gördüğümüz gibi illüzyonlar da mevcut. Bir de planetaryum var ki çok güzel. Onun için ayrıca bilet almanız gerekiyor ama mutlaka tavsiye ederim. 
Buradan tekrar tur otobüsüne binip tura devam ediyoruz. Bir sonra ineceğimiz lokasyon daha önce de söylediğim Kelvingrove Art Gallery and Museum. Fakat müzenin kapanış saati geldiğinden binayı dışarıdan gezebiliyoruz ancak. Buranın hemen yakınında yürüme mesafesinde Glasgow Üniversitesi var. Oraya da şöyle uzaktan bir bakıp, tur otobüsü durağına geçiyoruz. Saat geç olduğundan tur otobüslerinin duraklardan geçiş saatleri de seyrekleşti. Hatta bir ara acaba son otobüsü kaçırdık mı diye bile düşündük. 
Aklınızda bulunsun beş buçuktan sonra artık otobüsler sona eriyor. Bulunduğunuz durağa göre bu saat daha erken de olabilir. Otobüs gelince içimiz rahatlayıp tekrar binip ilk durağımız olan George Square'de iniyoruz. Biraz o civarda yürüyerek gezip mağazalara baktıktan sonra karnımız acıkıyor. 
Edinburgh'e dönüp orda mı yesek yoksa Glasgow'da mı, hangi restoranda yesek derken saat yine ilerliyor ve karnımız bize artık daha fazla bekleyemeyeceğimizi haber veriyor. İspanyol restoranında tapas mı, İtalyan mı yoksa Yunan mı derken, Yunan restoranında karar kılıyoruz ve iyi de yapıyoruz. Tren istasyonunun hemen dibindeki Yunan restoranının adı Elia Greek Restaurant. Porsiyonlar büyük, yemek siparişini ona göre vermek gerekiyor. Türk damak tadına çok benziyor, adı size oldukça tanıdık gelen yemekler var. Meze de söyleyebiliyorsunuz. Glasgow'da tren istasyonu yakını bir yerlerle yemek yiyecekseniz, tavsiye ederim.
Vee böylece İskoçya ve Edinburgh turumuzun sonuna geliyoruz. Glasgow'dan sonraki gün yolculuk eve. En sevmediğimiz yanı tabii ki İstanbul aktarmalı olması. Bunun İskoçya'ya olan son seyahatimiz olmadığının farkındayız, daha görülecek çok şey var...





10 Kasım 2024 Pazar

Rosslyn Chapel, Scottish Borders & Glenkinchie Distillery

 

Timberbush'tan ikinci katıldığımız tur ise Rosslyn Chapel, Scottish Borders & Glenkinchie Distillery. Edinburgh'dan kalkan bu günübirlik tur için sabah yine sekiz buçukta aynı yerde otobüsümüzü beklemeye koyulduk. Bu tur da diğeri gibi haftanın sadece belirli günleri düzenleniyor. Gitmeden önce internetten turu satın almanızı tavsiye ederim. Bu tur, Da Vinci'nin Şifresi filminin sonunda yer alan Rosslyn Şapeli'ni, büyüleyici Melrose kasabasını ve Johnnie Walker'ın Lowlands'deki evi olan tarihi Glenkinchie İçki Fabrikası'nı içeriyor. Ama bu durakların yanı sıra yol boyunca İskoçya sınırı boyunca harika manzaralar size eşlik ediyor. 

"Taş Kütüphane" olarak bilinen Rosslyn Şapeli, her biri kendi hikayesini anlatan binlerce karmaşık oymayla süslenmiş. "Da Vinci Şifresi" ile ünlü olan şapeli gezerken rehber uyarıyor: "Filmdeki gizli bölmeyi aramayın çünkü yok. Filmin o kısmını başka bir yerde çektiler." Kilisenin tarihini anlatan yerel rehberin giriş cümlesi çok anlamlı: "Buraya ister filmde gördüğünüz için, ister dini sebeplerle, isterseniz de tarihi bir yapıyı görmek isteyen bir turist olarak gelin. Her ne sebeple geldiyseniz ne iyi ettiniz de geldiniz, hoş geldiniz." Yokluklarla dolu bir hikayesi olan şapel, küçük ama etkileyici. 
Rosslyn kasabasından sonra inişli çıkışlı tepeleri, yemyeşil vadileri ve zengin mirasıyla ünlü bir bölge olan pitoresk İskoç Sınırına doğru yola çıkıyoruz. Varış noktamız Rugby'nin doğduğu yer olan ve antik Melrose Manastırı'na ev sahipliği yapan Melrose kasabası. MS 660 yılında kurulan bu tarihi alanın içinde, İskoçya'nın ünlü kralı Robert the Bruce'un kalbi yer alıyor. Manastırı keşfetmek ve bu şirin kasabada yerel kültür ve tarihin tadını çıkararak öğle yemeğinin yemek için zamanımız olacak.
Eildon Tepeleri'nin ve çevredeki nefes kesen manzaralar eşliğinde yolculuğumuza devam ettik. Aynı zamanda şoförümüz olan rehberimiz, Sezen Cumhur Önal gibi önce gördüğümüz manzara, İskoç tarihi, kültürü ve tüm bunlarla alakalı olarak dinleyeceğimiz şarkı hakkında bilgi verip sonra şarkıyı dinletiyordu. Şarkı bitince aynı sunumla sonraki şarkıya geçiyordu. İskoç sınırı yumuşak iniş çıkışlı tepeleri ile ünlüymüş. Rehberimiz bu tepelerle ilgili bir şarkı çalmadan da edemedi tabii ki. Eildon Tepeleri adını ilham almak için burayı sık sık ziyaret ettiği söylenen ünlü İskoç romancı ve şair Sir Walter Scott'tan alıyormuş. Dolambaçlı Tweed Nehri'ni takip ederek Edinburgh'a dönmeden önceki, son durağımız olan Glenkinchie Distillery'e varıyoruz.

Lowlands'de kalan son içki fabrikalarından biri olan Glenkinchie Distillery, Johnnie Walker'ın Lowland'deki evi. Burada, geleneksel viski yapımı sanatı hakkında bilgi edinmek ve Glenkinchie'nin en iyi maltlarından bazılarının tadımı için yine ekstra olan tura katılmalısınız.  
Viski yapımı daha önceki yazımda da söylediğim gibi aslında çok basit. Sadece 3 bileşene ihtiyacınız var: arpa, su ve maya. Proses ilk malzeme olan arpa ile başlıyor. Fakat arpayı maltlamanız gerekiyor. Maltlama prosesi de kendi içinde üçe ayrılıyor: ıslatmak (steeping), çimlendirme (germination) ve fırınlamak (kilning). Arpalar ıslatılarak filizlendiriliyor ki sert kabuğun içindeki kompleks karbonhidrat ortaya çıksın. Daha sonra belirli periyotlarla tahta küreklerle karıştırılarak çimlendiriliyor. Son olarak, fırınlanıyor. Bu prosesten çıkan arpalara maltlanmış arpa (malted barley) deniyor. Maltlanmış arpa öğütülüyor. 
Bu kısımda komik bir hikaye var. Yandaki fotoğrafta gördüğünüz ve Glenkinchie damıtımevinde de olan değirmen Porteus marka. Bu marka çok sağlam olması ile ünlü. Firmanın yaptığı değirmenler o kadar sağlammış ki bozulmadan 100-150 yıl çalışabilmiş. İhtiyaç azalınca firma da tabii ki bir süre sonra batmış. 
Bir sonraki aşamada ikinci bileşen de devreye giriyor: Su. Meyşeleme (mashing) aşamasında amaç şekerli bir sıvı elde etmek. Bu aşamada arpanın içindeki nişasta şekere dönüşüyor. Bu proses sonunda elde edilen sıvının adı: wort. 
Bir sonraki aşama fermentasyon. Üçüncü bileşenimiz olan maya da işte burada işin içine giriyor. Wort, washbacklere alınarak maya ile buluşturuluyor. Maya şekerli sıvının içindeki bütün şekeri bitirip alkole dönüştürene kadar fermantasyon işlemi devam ediyor. Bu proses sonunda elde edilen sıvının adı: wash.
Bir sonraki aşama distilasyon. Burada bakır imbikler ve onların her damıtınevine göre değişen şekilleri devreye giriyor. Aslında bu aşamaya kadar yapım süreci birayla neredeyse aynı. Hatta wash, kötü ve alkolü fazla bira olarak adlandırılıyor. Bu aşamada wash, önce wash still, daha sonra spirit still'de damıtılır. Bu damıtımdan üç bölüm çıkar: baş, göbek ve kuyruk. İşte göbek rakısı benzer damıtma süreçlerinde göbek kısmından yapılan rakıya deniyor. Daha önce Hollyrood Distillery'de aldığımız New Make de bu kısımdan yapılıyor. 
Ve son aşama, olgunlaştırma. İşte ne oluyorsa bu aşamada oluyor. Bir önceki aşamadan damıtılarak gelen sıvı, alkol oranı yüksek olduğundan tekrar su ile seyreltiliyor. Sonra da fıçılara dolduruluyor. Bourbon viskiler yasalara göre sadece bir fıçıyı bir kez kullanılarak üretiliyormuş. E nolsun bir kez kullanılan fıçılar? Tabii ki geri dönüşüm. Fıçılar sökülerek gemilerle Avrupa'ya getirilip burada yeniden fıçı haline getiriliyor ve içine olgunlaşmak üzere İskoç viskisi konuluyor. Yada daha önce Jerez'de gördüğümüz Şeri fıçıları da bu iş için kullanılabiliyormuş. Şeri fıçılarında olgunlaştırılan viskiler daha meyvemsi tatlara sahip oluyorlarmış. Fıçılardan çıkan şeye viski denmesi için fıçıda 3 yıl 1 gün beklemiş olması gerekiyormuş. Ama daha uzun da bekleyebilir tabii ki. Peki daha uzun beklerse ne olur? Meleklerin Payı. Fıçının içindeki sıvı her sene biraz daha buharlaşarak fıçının içindeki hacmin azalmasına sebep olur, yani fıçıdan çıkan viski miktarı siz bekledikçe azalır. Bu da maliyet artışı olduğundan, daha fazla olgunlaşmış viskiler daha pahalı oluyor. Single malt viski isterseniz işiniz tamam ama blended viski peşindeyseniz, farklı maltlardan elde edilen viskileri "belirli" oranlarda karıştırarak blended viski elde edebilirsiniz. 
Turumuz bizi akşam beş buçuk gibi aldığı yere geri bırakıyor. Viskiye meraklıysanız ve İskoç sınırlarında bir gezinti ilginizi çekiyorsa, bu turu tavsiye ederim...