Gezimizin üçüncü günü için farklı bir planımız vardı. Londra'nın dışına çıkıp Windsor Kalesi, Bath ve Stonehenge gibi yerleri görmek. Bunun için internetten bir tur satın aldık. Sabah bizi otelimize yakın bir yerden alıp Viktorya istasyonuna götürdüler. Orada bütün günü geçireceğimiz tur otobüsüne bindik. Ilk durağımız Windsor Kalesiydi. Londra'dan Windsor Kalesine giden yol aynı zamanda Heathrow havalalanına giden yol. Bu yüzden yolda oldukça trafik vardı. Havaalanını geçince trafik birdenbire azaldı.
Windsor Kalesi, 11.yy'da Fatih William tarafından yaptırılmış. Surlarla çevrili alan alt, orta ve üst (yukarıdaki fotoğrafta görülen) bölgeler olarak ayrılmış. Merkezde ise, 1170 tarihli yandaki fotoğrafta görülen Round Tower var. Yüzyıllar içinde kuleye birçok ekleme yapılmış. 1992 yılında meydana gelen yangının verdiği hasarı gidermek üzere restorasyon çalışmaları yapılmış. Üst bölgede yer alan Devlet Konutları kraliçenin burada ikamet ettiği dönemde ziyarete kapalıymış. Kraliçenin en sevdiği resmi konutunun Windsor Kalesi olduğunu burada söylemeden geçemeyeceğim. Devlet Konutlarına gelirsek, oymalı ve yaldızlı Fransız ve Ingiliz mobilyalarıyla döşenmiş daireler, Gobelins duvar halılarıyla, Rubens ile van Dyck'in başyapıtlarıyla ve Antonio Verrio'nun resimlediği tavan sahneleriyle süslenmiş.
Kalede görülmesi gereken bir diğer yer ise Queen Mary's Dolls' House. Sir Edward Luytens'in tasarladığı bu bebek evnde hakiki Wedgewood porselenler ve işler durumda minik bir elektrik süpürgesi var. Ayrıca evin su ve elektrik tesisatı da çalışır durumdaymış. Yandaki fotoğrafta sağda görülen ve kale surları içinde yer alan St. George's Chapel (1478-1511 yılları arasında yapılmış), mimari açıdan oldukça etkileyici. Düşey Gotik tarzının bir örneği olan şapel, Wesminster Abbey'deki VII.Henry şapeli ile eşdeğer. Iç alanlarda fotoğraf çekmek yasak olduğundan yine bol bol dış alan fotoğrafı çektik.
Kalenin alt tarafındaki sokaklarda turistik eşya satan dükkanlar ve restoranlar mevcut. Windsor kalesine çok yakın bir konumda ünlü Eton koleji yer alıyormuş. 550 yıldan uzun bir süredir eğitim veren okul, 20den fazla Ingiliz başbakanı yetiştirmiş. Ayrıca, Prens William ve Harry de bu okuldan mezun olmuş. Bir sonraki durağımız yandaki fotoğrafta yer alan Bath. Burası adından da anlaşıldığı üzere tarihi çok eskiye uzanan Roma hamamlarıyla ünlü. Jane Austen romanları okuyanlara da Bath ismi tanıdık gelecektir. Yazarın romanlarında adı geçen bu yerde Austen uzun yıllar yaşamış.
Roma hamamları, Windsor Kalesi ve Stonehenge girişleri tur ücretine dahildi. Roma hamamı müzesi gerçekten çok güzel düzenlenmiş. Bizim ülkemizde bundan kat be kat daha güzel yerler olmasına rağmen sunuma yeteri kadar önem vermediğimizden bu kadar güzel görünmüyor. Müzenin her bir köşesinde ayrı bir canlandırma var. Müzenin sonralarına doğru 'Roman Baths Today' şeklinde bir yazı gördük. Roma hamamı geleneği Roma imparatorluğu ikiye ayrıldığında sadece doğu kısmı tarafından devam ettirilmiş. Batı Roma imparatorluğunda hamam geleneği unutulmuş ve halihazırdaki hamamlar kullanılmadığı ve bakım yapılmadığı için yıkık duruma gelmiş. Doğu Roma imparatorluğu yıkıldığında ise bu geleneği Türkler almış ve devam ettirmiş. Bugün Türk hamamı olarak bilinen gelenek, 19.yy'da tekrar Avrupa'ya tanıtılmış.
Türk hamamı, Roma hamamının bir çok elementini içinde barındırıyor: soyunma yerleri, soğukluk, sıcaklık, ısıtma yeri, tellak/natır masajı. Roma hamamı da Türk hamamı gibi rahatlatıcı bir deneyimmiş. Türk hamamlarının Roma hamamlarından farkı, erkeklerle kadınların farklı yerlerde yıkanması ve hamam öncesi spor olmaması. Roma hamamlarında insanlar önce spor yapıp daha sonra yıkanırmış. Hamamlar bizim şimdi bildiğimiz spor salonu işlevini de yerine getirirmiş.
Bath'de verilen serbest zamanda sokaklarda şöyle bir gezdik. Bath, küçük şirin bir kasaba. Avon nehri kenarına kurulmuş. Nehir üzerinde Floransa'daki Ponte vecchio köprüsüne benzeyen (yukarıdaki fotoğrafta görülen), Pulteney köprüsü var. Ve son durağımız merakla beklediğimiz Stonehenge.
Stonehenge, Salisbury düzlüğündeki tarihöncesi bir anıt. Neolitik taş devri ile Bronz çağı arasında birden fazla etapta tamamlanmış. Burası tabii ki Unesco Dünya mirası listesinde. Birçok işlevi olduğu düşünülen Stonehenge, tarihönesi devirde büyük bir mezarlık olarak da kullanılmış. Dik bir şekilde duran ve yukarıdan bakıldığında iç içe iki daire oluşturan taş topluluğu, yeşil çimenlerin ortasında hepimizin aşina olduğu sade görüntüsünü sunuyor bize.
Tur otobüsünün bizi bıraktığı yerde bir müze var. Ama biz ilk olarak taşların kendisini görmeye karar verdik. Taşların olduğu alana tur otobüsünün bıraktığı yerden ring var. İlk olarak müzeyi gezerseniz taşları görmeye vaktiniz yetmeyebilir. Bir günde üç farklı yeri görünce zaman herşeye yetmiyor tabiiki. Bu turla ilgili yorumlarda ilk olarak müzeyi gezen bir çiftin asıl taşları görmeye vakitlerinin kalmadığını okumuştum. Nitekim biz de ilk olarak taşları görünce müzeye vaktimiz kalmadı.
Sadece hediyelik eşya dükkanını gezebildik. Stonehenge sırrı hala tam olarak çözülememiş bir yapı. Taşların nasıl kaldırıldığının dışında, taşların bu bölgeye kilometrelerce uzaktaki taş ocaklarından nasıl getirildiği de çözülemeyen bir durum. Stonehenge´in iki mil yakınında Durrington Duvarı adlı yerde MÖ 2500´e ait, yapım tekniği Stonehenge´e çok benzer, dairesel ağaç bir yapı bulunmuş. Bunun Stonehenge öncesi benzer bir amaçla yapılan bir yapı olduğu düşünülüyormuş. Stonehenge taşları, ekinokslara ve tutulmalara göre yerleştirilmiş.
Bu dairesel yapının girişinde, heel stone adında işlenmemiş bir taş duruyor. Bu taş, yaz gündönümünü işaret ediyor, yani gündüzün en uzun olduğu günü. O gün, taş çemberinin merkezinden bakıldığında, güneş, heel stone üzerinden doğuyor. Her sene binlerce insan bu olayı izlemek için Stonehenge'e geliyor. Günümüzde dünyanın açısı 4500 yıl öncesine göre 1 derece kaydığından, güneş bu kaya parçasının 1 derece sağından doğuyor. Kış dönümünde ise, Heel Stone'dan taş çembere doğru bakıldığında güneş, çemberin tam ortasından batıyor. Heelstone'dan Avon nehrine doğru belli belirsiz iki paralel çizgiden oluşan bir yol uzanıyor. Tur rehberimizin teorisi, Stonehenge'in günümüzün kliselerine benzer bir yapı olduğu.
Çevrede bulunan Stonehenge'den daha küçük, farklı malzemelerden inşa edilmiş, Stonehenge benzeri başka yapılar da olduğunu düşünürsek bu teori oldukça mantıklı görünüyor. Müzenin olduğu bölgede, Stonehenge'i inşa edenlerin evlerini yandaki fotoğrafta da gördüğünüz gibi yeniden canlandırmışlar. Bize ayrılan süre burada sona erdi, turumuz bitti ve Londra'ya geri döndük.
Tur otobüsünden Harrods'ın önünde indik. Harrods, sadece Londra'nın değil, aynı zamanda dünyanın en ünlü ve en büyük mağazalarından biri. Anlatılmaz yaşanır diyebilirim çünkü şimdiye kadar gördüğüm mağazalardan hiçbirine benzemiyor. Mağazanın 160 yıllık bir geçmişi var. Tabii ki lüks ve özel koleksiyonlara ev sahipliği yapıyor. Mağaza 7 kattan ve 330 departmandan oluşuyor. Yiyecek, kıyafet, ev gereçleri, teknolojik aletler, ne ararsanız var. Kıyafet bölümünde tasarımcılara ayrılmış departmanlar var. Valentino, Prada, Dior gibi dünyaca ünlü tasarımcıların koleksiyonlarını deneyip satın alabilirsiniz. Mağazanın içinde 27 tane restoran mevcut. Eve döndüğünüzde size Harrods'ı hatırlatacak bir hediyelik eşya dükkanı bile var. Bu tur sayesinde bir gün içerisinde oldukça fazla yer gördük. Bu turu anlattığım yerleri kısıtlı bir zaman dilimi içerisinde görmek isteyenler için kesinlikle tavsiye ederim. (Harrods'ın turla alakası yoktu, biz kendimiz gezdik).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder