26 Şubat 2017 Pazar

Londra: 1.gün

İlk günün bir kısmı yolda geçti. Yine de saat farkından 2 saat kazanmış olduk. İlk gün için planımız yandaki gibi. İlk durağımız otelimizin hemen karşısında duran ve Londra denince ilk akla gelen simgelerden biri olan Big Ben'di. Gitmeden önce yaptığım araştırmalarda Big Ben'in aslında saat kulesinin değil, saat kulesindeki 13.5 tonluk çanın ismi olduğunu öğrendiğimde çok şaşırdım.
Kuşkusuz Avrupa'daki belki de dünyadaki en ünlü çan olan Big Ben, Londra'nın en ünlü simgelerinden birisi. Saat kulesi dünyadaki üçüncü büyük kule ve yaklaşık 150 yaşında. Kraliçe Elizabeth'in tahttaki 60.yılı anısına ismi Elizabeth Kulesi olarak değiştirilmiş. Neo-Gotik tarzındaki kule aslında Westminster Sarayının bir parçası. Kulede asansör yok ve 334 merdiven var. Nasıl çıkacağım bu merdivenleri diye düşünmeyin zaten İngiltere vatandaşları haricindekilerilere tur düzenlemiyorlar. İkinci durağımız, Big Ben'in hemen yanı başındaki Westminster Sarayı. Orjinal saray, yaklaşık 1065'te, Aziz Edward için yapılmış. İzleyen 400 yıl boyunca da kraliyet ailesinin evi olmuş. 1834'te çıkan bir yangında sarayın büyük bir bölümü zarar görmüş. Sadece Avam kamarası ve Lordlar kamarası halka açıkmış. Salı ve perşembe öğleden sonraları, başbakanın soruları cevapladığı Question Time'a ayrılmış. Fakat içeri girmek için uygulanan güvenlik işlemleri çok uzun sürüyormuş. Londra'da gezecek çok yer olduğundan biz Westminster Sarayına dışarıdan bakmakla yetindik.
Ingiliz parlementosu iki kamaradan oluşturuyormuş: Avam ve Lordlar Kamaraları. Avam kamarası halkın seçtiği vekillerden oluştururken, Lordlar Kamarası kraliçenin yada hükümetin atadığı asilzadelerden veya beyaz soyluların çocuklarından oluşuyormuş. 1999'da İşçi partisi, Lordlar kamarasından asilzadeliği kaldırmasını istemiş. Lordların doğuştan soyluların arasından 92 üyeyi seçmelerini izin verilmiş, ancak geriye kalan 555 soylu bu özel kulüpteki üyeliklerini kaybetmiş. Böylece 800 yıllık gelenek sarsılmış.
Turumuzun üçünü durağı Westminster Abbey olsun isterdim ama pazar günü gittiğimiz için kapalıydı. Onu bir sonraki güne bırakarak rotamızı Trafalgar meydanına doğru uzanan ve hükümet binalarının bulunduğu Whitehall caddesine çevirdik. Bu cadde üzerindeki Downing sokağı 10 numarada 1735'ten beri ülkenin başbakanları oturuyor. Burası aynı zamanda başbakanın ofisi olarak da kullanılıyor. Yandaki fotoğrafta pek de gösterişli olmayan 10 nolu binanın bulunduğu sokak görülüyor. Ön kapısında nöbet tutan polis memurunu saymazsak, parmaklıklar ardindaki bu evin sıradan bir yer olduğu düşünülebilir.
Caddenin devamında Atlı Muhafızların Tören Alanı var. Her gün sabah 11de nöbet değişimi töreni oluyormuş. Pek çok ülkede benzer törenler izlediğimizden bize çok ilgi çekici gelmedi. Zaten saatini de tutturamadık.
Caddenin sonunda Trafalgar Meydanına ulaştık. Meydan adını, Ispanya'nın güneybatısındaki Trafalgar Burnu açıklarında, 1805te yapılan ve Amıral Lord Nelson'ın Napoleon'u yendiği savştan almış. National Gallery de bu meydanda yer alıyor. Tur programımızda olmamasına rağmen cuma günü bu müzenin de içini gezme fırsatı bulduk. National Gallery'nin hemen arkasında Natonal Portrait Gallery var. Ama ne yazıkki bu müzeye vakit ayıramadık. Bir dahaki sefere inşallah.
Admiralty Kemeri'nin altından geçerek Mall bulvarına çıktık. Bu büyük kemer, Kraliçe Viktorya ya adanmış. Yakın bir zamanda da otele dönüştürülecekmiş.
Mall'a girdikten sonra hemen sola dönüp daha önce ön tarafından gördüğümüz Atlı Muhafızların Tören alanının arkasını da görme şansı elde ettik.
Buradan Londra'nın en eski parkı olan St.James parkının içine girdik. Küçük ve şirin bu park, Fransa'da sürgündeyken çok beğendiği bahçeleri ülkesinde de yaptırmak isteyen II.Charles tarafından yaptırılmıştır. Parkta küçük bir de restoran var. Bu sakin parkta sabahki yolculuğun yorgunluğunu atmaya çalıştık.
St. James parkından sonra tekrar bir ucunda Buckingham Sarayı olan Mall'a çıktık. Buradan da St.James Saray'ının olduğu sokağa girdik.
St.James Sarayı, VIII. Henry tarafından bir avcı köşkü olarak 1532'de yaptırılmış. Londra'daki en eski kraliyet sarayı olarak biliniyor. Buckingham'ın 1837'de Kraliyet Sarayı olmasından önce bu görevi St.James Sarayı üstlenmiş. Saray halka açık değil, bu yüzden de Tudor tarzı bu yapıyı dışarıdan incelemekle yetindik.
Ve sonunda geldik Buckingham Sarayına. Saray, 1702'de Buckingham Dükü için yapılmış. 1825'te ise John Nash tarafından yeniden tasarlanmış. Binanın geniş ön cephesi Sir Aston Webb tarafından 1913 yılında yeniden düzenlenmiş. Viktorya hükümdarlığından beri Britanya kraliyetinin resmi konutu olarak kullanılıyormuş. Buckingham Sarayı Ağustos - Eylül ayları arasında ziyarete açık olduğundan biz içini gezemedik. Saray, yangından zarar gören Windsor Kalesinin onarımı için para toplanması amacıyla, ilk olarak 1993'te kısmen ziyarete açılmış. Kraliyet koleksiyonundan seçmelerin sergilendiği Queens Gallery ise, 2002'de ziyarete açılmış.
Galeride, dünyanın en iyi sanat koleksiyonerlerinden biri olan Kraliçe'nin aralarında, Leonardo da Vinci'nin çizimlerinin ve Holbein ile Van Dyck'in portrelerinin de olduğu 9000 eserden oluşan koleksiyonu sergileniyormuş. Kentteki kraliyet bahçelerinin büyük bölümü halka açık. Buckingham Sarayı Lonra'nın iki ana kraliyet bahçesine bakıyor: bizim ilk olarak ziyaret ettiğimiz St. James ve yandaki fotoğrafta kapısının önünde durduğum Green Parkı.
Hyde Park ve Kensington bahçeleri ise kısa bir yürüyüş mesafesinde. Biz de Constitution Hill'den yukarı doğru çıkarak Hyde Park Corner'a doğru ilerledik. Yandaki fotoğrafta görülen Wellington Arch'ın üstünde aslında bronzdan bir heykel var. Ama biz oradayken ne yazıkki tadilattaydı ve göremedik. Bu kemer, Napolyon savaşları sonunda Britanyalıların zaferini kutlamak için inşa edilmiş. Şimdi müze olarak hizmet veriyormuş. Fotoğrafta yerde görülen "Look right" yazısı bizim gibi turistler için yazılmış :)
Son durak Piccadilly Circus. Piccadilly caddesi Hyde Park Corner'ı Piccadilly Circus'a bağlıyor. Bu cadde üzerinde meşhur Hard Rock Cafe var. Bu restoran zincirinin ilk kolu 1971 yılında burada açılmış. Restoranda yemek yemek istiyorsanız önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor. Biz rezervasyon yaptırmadığımızdan girmeye yeltenmedik. Şimdi internetten araştırınca kişi başı 25 dolara hamburger, dondurma ve koladan oluşan standart bir menüyü önden sipariş verebiliyormuşsunuz. Bunu da bir dahaki sefer yapılacaklar listemize yazıyoruz. Londra'ya gitmeden önce iki tane rehber satın almıştık ama ne yazıkki yanımızda getirmeyi unutmuşuz 😔 Cadde üzerinde yürüyen çok şık bir mağaza gördük ve girmeye karar verdik. Meğer orası ünlü Fortnum and Mason imiş. Buradan bol bol hediyelik çay aldık.  Nice'den sonra mutlaka tekrar gitmemiz gereken yerler listesine tabiiki Londra var. Bu satırları yazarken keşke şimdi Londra'da olsak diyorum. Caddenin sonunda Piccadilly Circus'a ulaştık. Londra'nın Piccadilly Circus'ı, New York City'deki Times Square'in karşılığı. İlk gün için yeterince yorulmuştum. Erkenden kalmak, yolculuk ve yukarıda anlattıklarımdan sonra pilim bitti. Metroya binip otele döndük. Akşam yemeğini Marks and Spencer'dan aldığımız atıştırmalıklarla yaptık. Hazır soyulmuş ve doğranmış meyve bile vardı. İngiltere'deki Marks and Spencerlarda yiyecek de satıyorlar. Hazır, yarı hazır; meyve, sebze ve çeşitli yiyecekler bulmak mümkün. Çalışan insanlar için harika bir seçenek bence.