Balkanlardaki son durağımız Makedonya'nın başkenti Üsküp. Artık Üsküp deyince aklıma heykeller şehri geliyor çünkü şehrin yer yanında çeşit çeşit büyüklükte heykeller var ve hepsi de yeni yapılmış. Hatta bazıları hala yapım aşamasında. Rehberimizin anlattığına göre Yugoslavya'dan ayrıldıktan sonra Makedonlar bir millet bilinci oluşturmaya başlamış. Bu sebeple, tarih sayfasında yerini almış bütün ünlü Makedonların heykelleriyle süslemeye başlamışlar şehri. Şehre hergün yeni bir heykel yapılıyormuş.
Bizi tur boyunca 1000 km gezdiren şöförümüz de Üsküp'te yaşıyor. Rehber yeni gördüğü ve tanıdığı birine benzetemediği bir heykeli ona sordu. Üsküplüler artık o kadar duyarsızlaşmışlar ki bu heykel işine, söförümüz "valla onu ben de bilmiyorum", diye cevap verdi. Tabi en çok heykeli olan kişi tabiiki tarihteki en ünlü Makedon olan Büyük İskender. Gerçi bu konuda Yunanlılarla kavgalılarmış. Yunanlılar İskender'in Yunan olduğunu söylerken, Makedonlar da Makedon olduğunu iddia ediyorlarmış. Yukarıdaki resimde de görülen Üsküp meydanındaki "Büyük İskender" heykelinin adı, Yunanlıların zoruyla "Atlı Savaşçı" olarak değiştirilmiş. Bu meydana çıkan caddede ayrıca İskender'in babası ve annesine ait iki ayrı kaide var. Babasına ait kaidenin üst kısmında babasının heykeli, alt kısmında ise babasıyla birlikte İskender'i tasvir eden görece daha küçük heykeller bulunuyor.
Biz Üsküp'ü ziyaret ettiğimizde (yıl 2013) annesine ait kaidede sadece alt kısımdaki heykeller mevcuttu. Üst kısma da babasınınki gibi devasa bi anne heykeli yapılacağından bahsettti bizim rehber. Annesinin İskerderle birlikte tasvir edildiği heykeller bana biraz komik geldi açıkçası. Kadının İskender'e hamileyken, bebek yaştaki İskender'i emzirirken, kucağında oynarken betimlendiği tuhaf tuhaf heykelleri var.
Heykellerin yoğun olarak bulunduğu bölüm, Vardar Nehri kıyısı ve şehir merkezini Türk çarşına bağlayan, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan, tarihi Taşköprü. Bu civarda 20'den fazla gelişi güzel yerleştirilmiş heykel var. Bu heykeller birbirlerinden o kadar alakasız ki, herbiri kendi havasında takılıyor, birbirleriyle hiçbir uyumları yok. Son olarak fotoğrafını koyacağım heykel, Kiril alfabesinin yaratıcıları olarak bilinen Kiril ve Metodius.
Sonunda asıl anlatmak istediğim yere geldik: Türk çarşısı. Türk kısmının durumu gerçekten içler acısı çünkü Makedonya hükümeti buraya hiç yatırım yapmıyormuş, kendi haline bırakmış. Kaldırımlar kırık dökük, sokaklar bakımsız. İnsanın içi acıyor. Biz gezerken turist olduğumuzu fark eden Üsküplü iki Türk genç kızın aralarındaki konuşması ise durumu özetliyor: "Ne işi var bu insanların burada. Biz burdan kaçmaya çalışıyoruz, onlar da buraya geliyor.".
Üsküp'te iki günümüz vardı. İlk gün şöyle kısa bir tur atıp otele dönmek üzere otobüsle buluşacağımız yere doğru ilerleken Rahibe Teresa'nın evini gördük. Rahibe Terasa mı, ne alaka?? dediğinizi duyar gibiyim. Rahibe Teresa Hindistan'da değil miydi, evinin Üsküp'te ne işi var? Bu sorular bizim de aklımızı kurcaladı. Neyse ki rehberimiz bize durumu hemen açıkladı. Rahibe Teresa aslen Üsküplüymüş ve misyoner olarak Hindistan'a gitmiş. Ertesi gün tekrar gelip doğduğu evin içini de gezdik tabii.
Buluşma noktamız, üzerinde Üsküp'te 1963'te yaşanan depremin saatini gösteren bir duvar saati bulunan ve şimdi müze olarak işlev gören eski tren garı. Bu yıkık duvar depremin anısına bu şekilde bırakılmış.
Otele döndüğümüzde gördük ki otel odamızın içinde rahatlıkla at koşturulabilirdi :) Burdan ETS tura bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz. Ayrıca tepedeki ışıklı haç manzaralıydı. İlk fotoğrafta da görülen devasa haç, uzun cami minarelerine inat olsun diye 2002 yılında dikilmiş.
Akşam ETS tur bizi yemek için çok güzel bir restoranta götürdü (her tur şirketi bu tarz güzel organizasyonlar yapmıyormuş, turla gitmek isterseniz iyi araştırın derim, bilginize). Tesadüf o ki o akşam o restorantta (yandaki fotoğrafta da görebileceğiniz gibi) bir balkan düğünü vardı. Gerçekten çok eğlenceli bir akşam geçirdik. Yemekler ve müzik çok güzeldi.
Ertesi gün Üsküp'ü gezmeye kaldığımız yerden devam ettik. Otobüs bizi Üsküp kalesinin yakınında bıraktı ve biz oradan kendi yolumuzu bularak Üsküp'ü gezmeye başladık. İlk durağımız Aziz Saviour Kilisesiydi. Bu kilise Osmanlı zamanında yerin 2 metre altına gömülmüş çünkü o zamanlar camilerden daha yüksekte bir kilise istenmiyormuş. Kilisenin içinde çok güzel ahşap işçiliğe sahip bir altar var. Tavandaki İsa resmi ne tarafa gitseniz size bakıyormuş gibi görünüyor.
Daha sonra Türk Çarşısının içinden ve Davutpaşa Hamamının yanından geçerek kendimizi Üsküp sokaklarına saldık.
Taşköprünün hemen yanındaki Arkeoloji müzesi (bkz. yandaki fotoğraf) biz oradayken henüz hala yapım aşamasındaydı ve açılmamıştı.
Biz taşköprünün üstünden geçerek Büyük İskender heykelinin olduğu Makedonya Meydanına çıktık ve daha önce bahsettiğim gibi Rahibe Teresa'nın evinin içini gezdik.
Suluhan'da yemek molası verdik. Söylemeyi unuttum sanırım. Biz Balkanlar turuna çıktığımız gün İstanbul'da gezi olayları patlak verdi. Balkanlarda geçirdiğimiz her akşam otele döndüğümüzde yaptığımız ilk iş televizyonu açıp CNN izlemek oluyordu. Sonradan öğrendikki zaten Türkiye'dekiler de CNN izliyorlarmış çünkü bizim kanallar doğru düzgün göstermiyormuş olayları. Dünyanın her yanından olduğu gibi Üsküp'ten de Taksim'deki direnişe destek verenler vardı.
Balkanlar turumuz Üsküp'te sona erdi. Bir sonraki durağımız Midilli adası :))
29 Ağustos 2015 Cumartesi
16 Ağustos 2015 Pazar
Kalkandelen
Alaca Camii, Kalkandelen'e uğrama sebebimiz. 1438 yılında iki kız kardeşin mali desteğiyle İshak Bey'e yaptırılmış. Alaca Camii'nde seramik süslemeler yerine çiçek desenleri kullanılmış. Bunda camiinin yapımını sağlayan iki bayanın katkıları olduğunu düşünüyorum. Dikdörtgen kesitli camideki boya düzenini sağlamak için 30000'den fazla yumurta kullanılmış. Ayrıca, camiinin avlusunda camiyi yaptıran iki kız kardeş Hurşide ve Mensure hanımların türbeleri var.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)