Bu yolculukta toplam 5 adet ülke gezecektik. Bu da otobüsle 4 sınır kapısı geçeceğimiz anlamına geliyordu. Yandaki resimde yolculuğumuzun ilk sınırı olan Bosna-Hırvat sınırını görebilirsiniz. Biz otobüste beklerken rehberimiz pasaport işlemlerini halletti. Bu sınır kapısında ne yazıkki sistemin yavaşlığından dolayı beklemek zorunda kaldık. Ayrıca biz gitmeden bikaç ay önce Hırvatistan Schengen vizesi uygulamasına başladığından dolayı da işlemler uzun sürdü.
Dubrovnik'e vardığımızda hava kararmak üzereydi. Otelimize yerleşip akşam yemeğimizi yedik. Şanslıydık ki odamız deniz manzaralıydı (bkz. yandaki fotoğraf) ve güzel bir balkonu vardı. Yemek yedikten sonra liman etrafında kısa bir tur attık. Bu kısımda çok fazla vakit geçirilecek kafe-bar tarzı yerler yoktu. Bulduğumuz küçük bir bara oturup içeceklerimizi yudumladıktan sonra dinlenmek üzere odamıza çekildik.
Ertesi sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra tarihi Dubrovnik'e doğru yola çıktık. Rehberimiz bize kısa bir tur yaptırdı. Mostar'da olduğu gibi burada da yanımızda yerli bir rehber bulundurma zorunluluğu vardı. Tabii ki Türkçe bilen bir rehber olmadığından ETS tur rehberinin ayarladığı rehber sadece yanımızda bizimle dolandı ve bütün işi bizim rehber yaptı. Tarihi Dubrovik aslında oldukça küçük bir yer. 5 dakikada bir ucundan diğer ucuna yürüyebilirsiniz. Etrafı surlarla çevrilmiş. Dubrovnikliler denizden gelecek bir saldırıdansa karadan gelecek bir saldırıdan korktuklarından kara kısmındaki surları daha kalın yapmışlar. Dubrovnik'in UNESCO Dünya Mirası Listesinde olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Yandaki fotoğrafta gördüğünüz heykel Orlando heykeli. Bu heykelin özelliği bir zamanlar kolunun terziler tarafından "Orlando Dirseği" adıyla bir ölçü birimi olarak kullanılmasıymış.
Rehberimiz bizi serbest bıraktıktan sonra kendi başımıza ilk olarak teleferikle yukarıdan şehri keşfetmeye karar verdik. Rehberimiz teleferik ücreti verirken euro kabul etmediklerini söylediği için eurolarımızı yerli para birimi olan kuna'ya çevidik. Teleferikle yukarı çıktığımıza gerçekten değdi çünkü manzara bir harika. Teleferikten çıktıp biraz yürüdükten sonra bir restoranta oturduk. İçeceklerimizi yudumlarken tarihi Dubrovnik manzarasının keyfini çıkarttık.
Teleferikle şehre indiğimizde acıktığımızı farkettik ve bir restorana oturduk. Sanırım restorantın adı Klarissa'ydı. Oldukça güzeldi. Kendi yapımları olan şaraplarından tattık ve yanında deniz mahsüllü makarna yedik.
Biz Haziran ayında gittiğimizden havalar henüz denize girilecek kadar ısınmamıştı. Zaten Dubrovnik'in plajlarını gördükten sonra bende pek denize girme hevesi de kalmadı çünkü "beach" diye tanımlanan yerler benim hayalimde canlandığı gibi kumsal değil, kayalıktı.
İnsanlar belirli bir ücret karşılığında Dubrovnik surları üzerinde yürüyorlardı. Teleferikle çıktığımız tepeden gördüğümüz manzara bize yettiğinden biz surların üzerine çıkma gereği duymadık.
Tarihi Dubrovnik limanına gittiğinizde bir sürü tur şirketiyle karşılaşabilirsiniz. Bu turlar korsan gemisi görünümlü ahşap gemilerle karşıdaki Lokrum adasına götürüyorlar. Adada bir manastır haricinde çok birşey olmadığından biz gitmedik. Bütün gün eski Dubrovnik'te avare avare gezip alışveriş yaptıktan sonra elimizde kalan kunalara dondurma aldık.
Metal kunaların üzerinde balık, kuş, ayı gibi hayvan resimleri var. Benim çok hoşuma gitti.
Rehberimiz daha erken bir saatte otobüsle otele döndüğünden biz otele taksiyle döndük. Zaten tarihi Dubrovnik'le kaldığımız otelin arası çok olmadığından taksi çok fazla tutmadı. Akşam yemeğinin ardından yine limanda kısa bir yürüyüş yaptık ve balkonumuzdaki manzaranın tadını çıkarttık.