28 Kasım 2010 Pazar

Brauerie

Münih deyince akla ilk gelen şeylerden biri Oktoberfest sanırım. Münih'e gidip de bol bol bira içmeden gelmek olmaz. Biz de öyle yaptık tabi. Ayrıca kurs bizim için bir organizasyon düzenledi ve bizi bir bira fabrikasına götürdü. Fotoğrafta gördüğünüz yer biraların mayalandığı kazanların olduğu bölüm. Fabrikada istediğimiz kadar bira içmemize izin verdiler. Daha doğrusu bize sınırsız bira ikram ettiler. Öğle yemeği yemeden çıkmıştık ve aç karnına bolca bira içtik, tabiiki herkes sarhoş oldu :) Dönmek için tren istasyonuna kadar yürümemiz gerekiyordu. Bir grup insan sallana sallana tren istasyonuna kadar yürüdük. Ama asıl komik olan tren istasyonuna vardığımızda yaşadıklarımızdı. Çok fazla bira içiğimiz için herkesin tuvaleti gelmişti. Tren istasyonuna yürümek de vakit aldığı için herkes sıkışmıştı. Tuvaletleri kapmak için baya bi itiş kaçış oldu.
Bira fabrikası innerraum'un yani şehir merkezinin dışında kaldığı için ekstra bilet almamız gerekti. Bazı uyanıklar bilet almak yerine iki durak boyunca yani tren şehir merkezine girene kadar biletçilerden kaçmayı tercih ettiler ve başarılı da oldular :))
Almanya'da herhangi bir bara gittiğinizde elinize bir bira menüsü veriyorlar: dunkles bier, weiss bier...Birsürü bira çeşidi var. Normalde çok bira seven bir insan değilim. Ama Münih'te dunkles bier ile tanıştım, dark bira yani. Artık Efes'in dark birasını içiyorum ve çok hoşuma gidiyor. Bir de dark brown var, benim gibi hem kahve hem de dark bira sevenler için müthiş.

21 Kasım 2010 Pazar

Nymphenburg Palace

Nymphenburg Palace, Bavarya'nın ünlü kralı II. Ludwig'in doğduğu saray. Burası şehrin içinde sayılır. Bana pek sıcak gelmese de güzel bir saray. Daha detaylı bilgi için: http://en.wikipedia.org/wiki/Nymphenburg_Palace

20 Kasım 2010 Cumartesi

Englischer Garten

Münih'teki gezintimize Englischer Garten ile devam ediyoruz. Münih'te bir ay kaldığım için bu şehri çok detaylı gezme fırsatı buldum. Englischer Garten bir İngiliz tarafından tasarlandığı için bu ismi almış. Şehrin içinde, şehirle birlikte uzanan çok büyük bir alan. Innerraum'da yani şehir merkezinde nereye giderseniz gidin bir şekilde kendinizi bu bahçenin içinde bulmak mümkün. Wikipedia'da okuduğuma göre New York'taki Central Park'tan daha büyükmüş. Yandaki fotoğrafta görünen yer, Çin Kulesi. Kulenin üstündeki beyaz gömlekli adam çalan orkestranın şefi. Almanlar bira içerken canlı müzik dinlemekten hoşlanıyorlar sanırım, çünkü birahanelerin çoğunda bu tarz orkestralar vardı.

İngiliz bahçesinde güneşli günlerin keyfini çıkartıyorlar Münihliler. Ağustos ayı boyunca çok fazla güneşli gün görmesek de biz de güneşli günlerin keyfini Englischer Garten'da çıkartmaya çalıştık. Bu parkta insanların çıplak güneşlendiklerine dair birşeyler duymuştuk. Birgün bu merakın peşine düştük ve parkta gezinmeye başladık. İlk başta çimlerin üzerinde güneşlenen insanlar gördük, sonra üstsüz güneşlenenleri gördük. Amaan ne var canım bunda diyip parktan çıkmaya hazırlanırken asıl kültür şokunu yaşadık. Çırılçıplak bir adam frizbi oynuyordu. Adama sadece çıplak olduğunu anlayana kadar bakabildim sanırım. Bir daha kafamı o tarafa çeviremedim. Söylentiler doğruymuş diyerek parkı terk ettik...

14 Kasım 2010 Pazar

Sommerschule München 2005

Bissürü ülkeden bissürü insan 2005 yılında Münih'te Almanca öğrenmek için biraraya geldi. İşte bizim kursun fotoğrafı :)) Beni bulabildiniz mi? :P En arka sırada, üçüncü kafa benim :)) Aslına bakarsanız Münih'te Almanlarla pek muhattap olmadık. Çünkü genelde kendi aramızda takılıyorduk ve aramızda Alman yoktu haliyle... Münih'teki insanlarla muhabbet ederken genelde İngilizce konuşuyorduk. Zaten herkes İngilizce biliyor.
Genelde sohbete Almanca başlayıp İngilizceyle bitiriyorduk. Çünkü Almancamız (özellikle benimki :P) muhabbet edecek kadar iyi değildi. Gerçi seviye belirleme testi yapıldığında 7.sınıfa girdim. Hiç Almanca bilmeyenlerin 1.sınıfta olduğu düşünülürse, oldukça başarılı sayılırım :P Yandaki fotoğrafta görülen mekan: Menza. Öğlenleri yemek yediğimiz yer, okulun yemekhanesi. Kurs organizasyonu yapanlar bize Menza'da yemek yiyebileceğimizi söylediler. İlk gün akşam yemek yemek için Menza'yı aradık. Bulduğumuzda kapalı olduğunu fark ettik. Meğersem sadece öğlenleri yemek veriyorlarmış... Tabiki en yakındaki Mc. Donalds'a gittik :))
Zaten Menza'nın yemekleri o kadar kötüydü ki, Almanya'da hep aç kaldık. Yemekler sadece Menza'da değil, genelde hep kötüydü...Yandaki fotoğrafta bize Sangria hazırlayan İspanyol arkadaşı görüyorsunuz. Aramızda para toplayıp bir gece "Sangria Party" yapmıştık. Oldukça güzeldi :)) Aslında biz de Türk gecesi yapıp rakı içirelim millete dedik ama pek organize olamadık...

13 Kasım 2010 Cumartesi

Münih: Müzeler

Bir sonraki yazımda Münih'teki müzelerden bahsedeceğimi söylemiştim. Yanda görünen mekan, BMW müzesi. Müze Olympiapark içinde yer alıyor. Zaten BMW fabrikası Olympiapark'ın hemen karşısında. Orada bulunduğumuz süre içinde bol bol BMW görme imkanı bulduk. Ayrıca önünde bi dolu Mini Cooper olan bir mağazanın önünden geçtik. Her neyse, BMW müzesi oldukça güzel. Bu müzede 50lerden günümüze bir çok BMW serisini birarada görmek mümkün. Ayrıca bir hidrojen arabası koymuşlar. Hidrojen arabası olduğunu nerden anladın derseniz üzerine kocaman yazmışlar :P Dış görünüş olarak normal bi arabadan farkı yoktu...
Münih'te müzeleri tarihlere göre ayırmışlar: Alte Pinakothek, Neue Pinakothek ve Pinakothek der Moderne. Yandaki fotoğaraf Alte Pinakothek biletinin arkasında yer alıyordu. Sizin için scan ettim :)) Eski resim müzesinde daha çok yandaki fotoğrafta görüldüğü gibi gotik, rönesans, barok, klasik, romantik dönemlerine ait eserler bulunmaktaydı.
 Yeni resim müzesinde ise daha çok çağdaş döneme ait eserler bulunmakta (sol taraftaki fotoğraf). Modern resim müzesinde ise günümüzün saçma sapan şeylerini sanat diye önümüze koydukları eserler bulunmakta (sağ taraftaki fotoğraf). Çok mu ağır oldu bilmiyorum ama saçma sapan şeyleri önümüze sanat diye sunmaları hoşuma gitmiyor. Hiçbir emek sarfedilmeden ortaya çıkarılan ne olduğu anlaşılmayan eserler bunlar. Eser demek bile haksızlık olur...


Ama Münih'te öyle bir müze var ki, bütün gün gezseniz bitiremezsiniz: Deutsches Museum. Bu müzenin 55 salonunda, 55000 metrekarelik bir alanda bilim ve teknolojinin gelişimini yaşayabilirsiniz. Ne kadar geniş kapsamlı bir müze olduğunu hayal edebilmeniz için salonlarından bazılarının isimlerini sıralayım: Petrol ve Doğalgaz, Metal, Kaynak ve Lehim, Malzme Testleri, Takım Tezgahları, İçten Yanmalı Motorlar, Arabalar ve Bisikletler, Demiryolları, Havacılık, Tünel, Köprü ve Hidrolik İnşaatı, Fizik, Müzik Entürmanları, Kimya, Eczacılık, Seramik, Cam Tekniği, Uzay, Tekstil, Dünya, Astronomi, Jeoloji, Bilgisayar Bilimi, Telekominikasyon, vs. Yandaki fotoğafta ilk dizel motorunu görebilirsiniz. 1897 yılında Rudolf Diesel tarafından tamamlanan motor, sizin de gördüğünüz gibi tek silindirli.  
Yan tarafta bir uçak kesiti görebilirsiniz. Müzede yaratıcılıktan kesinlikle kaçınmamışlar. Paradan da kaçınmamışlar tabi. Bu müzeyi saat 4'ten sonra bedava gezmek mümkün. Öğrenciyseniz 3 euro, değilse 7.5 euro. Tabi bunlar 2005 tarifesi. Ama parası ne kadar olursa olsun bu müzeyi uzun uzun gezmenizi öneririm. Bir günde gezmeye pek uğraşmayın, hiç bişey anlamazsınız. Müze 4 katlı, hergün bir katını gezebilirsiniz :)) Böylece daha sakin kafayla gezmiş olursunuz.


Kendi gezdiğimiz müzeler haricinde katıldığımız kurs da bizi çeşitli resim sergilerine götürdü. İşte bu fotoğrafta görülenler benim sınıf arkadaşlarım. Hep birlikte sanatsal aktivitelere katılıyoruz, resimleri yorumlamaya çalışıyoruz...

Bir sonraki yazımda size biraz kurstan ve kurs arkadaşlarımdan bahsedeceğim...

7 Kasım 2010 Pazar

Olympiapark

Olympiapark, 1972 olimpiyatlarına ev sahipliği yapmak için oluşturulmuş bir yer. Münih'te heryere olduğu gibi buraya da metroyla ulaşmak mümkün. Bu alan içinde birsürü kompleksi barındırıyor. İçinde çok hoş yapay bir göl bulunuyor. Etraf ağaçlık ve yemyeşil. İnsan huzur buluyor. Eğer aradığınız şey eğlence ise yine Olympiapark'ta bulabilirsiniz. Orada bulunduğumuz süre içinde Olympiapark'ın içine bir lunapark kurmuşlardı. Özellikle akşamları burda çok güzel vakitler geçirdik. Fotoğrafta görünen kule, Olympiapark kulesi, başka bir ismi ise televizyon kulesi. Çünkü olimpiyatlar sırasında televizyonlar müsabakaları buradan yayınlamışlar.

Yukarıya çıktığınızda bütün park ayaklarınızın altında kalıyor. Kulenin içindeki asansör yardımıyla 7 m/s hızla 190 m yüksekliğindeki gözetleme platformuna ulaşmak mümkün. Yandaki biletten de anlaşıldığı üzere 2005'teki kuleye çıkış fiyatı 4 euro imiş. Yukarı çıkmanızı tavsiye ederim çünkü manzara gerçekten görülmeye değer. Yukarıda küçük bir rock and roll müzesi var. Aynı zamanda şipşak fotoğraf çeken bir makinaya para atarak üzerinde fotoğrafınızın olduğu kendi damganızı yaratmak da mümkün.                   

Olympiapark'ta büyük bir stad mevcut. Yerleştikten bir kaç gün sonra stadta U2 konseri vardı. Biletler tabi aylar öncesinden bitmişti ve çok da pahalıydı. Bilet olsa da ona verecek paramız yoktu yani. Ama biz gene de yancı olarak konsere gittik. Stadın dışından dinledik U2'yu. Renkli ekranlardan izledik. Kaldığımız baraka olimpiyat köyünün içinde olduğu için zaten biz gitmesek de müzik sesi bizim barakaya kadar geliyordu. Çok şirin iki katlı küçük bir barakada kaldık. Arkadaşım alt kattaki yatağı seçti, ben de üst kattakini. Üst kattaki yatak aynı zamanda alt katın yarısının tavanı vazifesini görüyordu. O kadar güzel bir tasarım yapmışlar ki, küçücük yeri oldukça işlevsel bir mekan haline çevirmişler.
Yandaki resimde Olympiapark'a ait açık tenis kortları ve olimpiyat köyü görülüyor. Bu bloklar sporcular ve müsabakaları izlemeye gelen seyirciler için inşa edilmiş. Şimdi ise öğrencilerin tercih ettiği konutlar haline gelmiş. Çünkü konutların nerdeyse hepsi stüdyo tarzında kullanışlı ve küçük mekanlar. Bu fotoğrafı televizyon kulesinden çekmiştim. Olympiapark içinde oturduğumuz için akşamları canımız hiç sıkılmıyordu. Dil kursu, öğrencilerin çoğuna bu bölgede konut ayarlamıştı.
 Daha çok Romenlerle arkadaşlık ediyorduk. Kültürümüz en çok onlarla uyuşuyordu çünkü. Özellikle İngilizlerle ve kuzey Avrupa ülkelerinden gelen kursiyerlerle pek anlaşabildiğimizi söyleyemeyeceğim. Ha bir de Fransızları pek sevmemiştim :)) Yandaki fotoğrafta kaldığımız barakalar daha yakından görünüyor. Görüldüğü gibi hava genellikle kapalı, yağmurlu ve serindi. Üstelik Ağustos ayıydı...Biz pek tedarikli gitmediğimiz için ordan alışveriş yapmak zorunda kaldık. Kalın kıyafetler aldık. Güneş çıktığı zamanlarda İngilizler çok komik oluyordu. Bir gün bir kafede otururken güneş yüzünü gösterdi ve etrafımızdaki İngilizler çantalarından güneş kremlerini çıkartarak sürmeye başladılar. Bize çok komik geldi :))
İşte burası bizim sokak, yanımdaki de Münih'te tanıma fırsatı bulduğum bölümden arkadaşım. Münih'te bana komik gelen başka birşey ise alışveriş yerlerinin sadece mesai saatleri içinde açık olması...Oturduğumuz yerdeki marketten alışveriş yapmak hiç nasip olmadı çünkü hep akşam geliyorduk eve ve o saatte hep kapalı oluyordu. Hafta içi bir gün bayram gibi birşey dolayısıyla tatildi, kurs da yoktu. Yakınlardaki bir alışveriş merkezine gittik ama kapı duvar. İnanamadık, kapıları zorladık ama nafile...Bizde tatil olsa alışveriş merkezinde araba park etcek yer bulamazsınız...
O gün ekmek alacak bir yer bile bulamadık. Biz de pasta aldık :)) Hakketten ekmek bulamazlarsa pasta yesinler olayına döndü bizimkisi :))
Olimpiyat köyünün karşısında BMW fabrikası ve müzesi var. BMW müzesi ve Münih'teki diğer müzelerle ilgili bilgileri de bir sonraki yazımda bulabilirsiniz :)) Görüşmek üzere...

Marienplatz

Münih'e gittiğiniz zaman edinmeniz gereken ilk şey bir metro kartı. Çünkü kent geniş bir metro ağıyla örülmüş. Metro'yu kullanabilmek için ayrıca bir metro haritanızın da olması gerekiyor. Zira Ankara'daki gibi iki hat yok, çok çok daha fazlası var ve metro ile seyahat ederken kaybolmamak içten değil. Yan tarafta görünen "Grüne Karte" Münih'e gittiğimizde temin ettiğimiz metro kartı. Bir aylık süre içinde "Innenraum"da istediğimiz gibi seyahat edebilme imkanı sağladı bize bu kart. Daha önce söylediğim gibi metro ağı o kadar gelişmiş ki şehir içi ve dışı olarak ikiye ayırmışlar. Daha doğrusu şehir merkezi ve banliyö olarak. Bu konuyla ilgili bir hikayem var ama onu daha sonraya saklıyorum :)

Metro kartı temin edikten sonra gidilmesi gereken ilk yer Marienplatz. Şehrin kalbi bu meydanda atıyor diyebiliriz. Zaten bütün metro hatları "Marienplatz" durağında kesişiyor. Hangi hatta binerseniz binin mutlaka bu meydandan geçecektir. Bu meydanın kalbinde fotoğrafta görünen görkemli Belediye Binası yer alıyor. Belediye Binası üzerindeki figürler sabah 11'de ve gece 12'de hareket ediyor. Aslında pek bi espirisi de yok bu eğlencenin. Bende bu müzikli hareketin çekilmiş bir videosu var fakat buraya koymaya bile değmez. Fotoğrafta arkada görünen iki kule "Frauenkirche"ye ait. Açıkçası Kiev'deki kliseleri gördükten sonra bu klisenin içi beni pek etkilemedi. Ama dış görünüşü, özellikle ikiz kuleleri, oldukça heybetli. Meydanın fotoğrafın çekildiği tarafında ünlü oyuncak müzesi var. Valla çok övdüler diye gittik ama benim pek ilgimi çekmedi. Belki de oyuncaklara pek ilgim olmadığı içindir.

Bir sonraki yazımda size Münih'te kaldığımız yerden biraz söz edeceğim...