Şimdi tekrar üstünde düşününce 5.günü oldukça yoğun geçirmişiz. Günü Hyde Park'ta batırdık ve akşam yemeğimizi de Hyde Park içindeki küçük restoranda yedik. Ingiltere zaten genel olarak pahalı olduğundan restoran fiyatları ingiltere geneline göre normal bizdeki fiyatlara göre pahalıydı tabii ki.
Yukarıdaki fotoğrafta görülen Hyde Park'ın yapay gölünün adı Serpentine. Hyde Park, Londra'daki kraliyet parklarının en büyüğü. Parkın Marble Arch köşesinde Speaker's Corner var. Burası eskiden halk gösterilerinin yapıldığı, kalabalık dinleyici kitlesinin hiç eksik olmadığı bir yermiş.
Günümüzde ise söyleyeceği bir şey olan insanlar pazar sabahları buraya geliyorlarmış. Serpentine üzerinde küçük bir adacık var. Yakınlarda oturan J.M.Barrie burayı kayıp gençlerin adası olarak hayal etmiş. Ünlü yapıtının popüler karakteri Peter Pan'in heykeli gölün kenarında yer alıyor. 2004 yılında göl kenarında Prenses Diana anısına bir süs havuzu yapılmış. Hyde Park'ın hemen yanı başında daha önce gezdiğimiz Kensington Bahçeleri var.
Iki park birbirinden incecik bir yolla ayrılıyor. Hyde Park'a gitmeden önce metrodan Oxford caddesinde inip parka kadar yürüdük. Bu cadde, mağaza ve restoranlarla dolu, kalabalık ve şık.
17 Mart 2018 Cumartesi
10 Mart 2018 Cumartesi
Londra: 5.gün devamı: Tower of London ve çevresi
Gezimize Tower'ın karşısında, nehrin güney yakasındaki HMS Belfast gemisiyle başladık. Bu gemi, II.Dünya ve Kore savaşlarının sıcak çatışmalarına tanıklık etmiş. Geminin içi de gezilebiliyor fakat biz uzaktan şöyle bir bakmakla yetindik. Bir sonraki durağımız olan Tower Bridge'e gitmeden önce nehrin bu yakasındaki cam gökdelenlerle dolu meydanda öğle yemeğimizi yedik.
Gotik taş işçiliğiyle göze çarpan Tower Bridge, Viktorya döneminden kalma bir mühendislik harikası. Bir zamanlar bu şık köprü sürekli inip kalkarak altından geçen yelkenlileri ve buharlı gemileri imparatorluğun dört bir yanınına uğurlarmış. Köprü açıkken karşıya geçmeleri gereken yayalar, en üstteki yaya geçidine çıkmak için kulelerin 200 basamaklı merdivenlerini çıkmak zorundaymış.
Bir saatlik Tower Bridge Exhibition turuna katılmak isterseniz 42 metre yüksekliğindeki bu yürüyüş yolunun manzarasını görebilirsiniz. Ücretli turun girişi kuzeybatı kulesinden, çıkışı ise nehrin güney yakasından. Biz tura katılmak yerine yukarı çıkmadan köprünün üstünden geçtik. Daha önce kahverengi olan köprünün demirleri, 1977 yılında Kraliçe'nin gümüş jübilesi şerefine kırmızı, beyaz ve maviye boyanmış.
Köprüden geçtikten sonra az önce yemek yediğimiz karşı tarafın manzarasını da çekmeden edemedim. Yandaki resimde görülen sivri binanın adı Shard imiş. 95 katlı bina Avrupa'nın dördüncü yüksek binasıymış ve Katarlara aitmiş. Şuanda ofis, restoran, mağaza ve beş yıldızlı bir otele ev sahipliği yapıyormuş. Tam yolumuzu Tower of London'a çevirmiştik ki dikkatimi su kenarına dizilmiş şirin şirin evler ve yatlar çekti. Köprüden geçince sol tarafa gitmek yerine sağ tarafa saptık.
İyiki de sapmışız çünkü St Katharine Docks bence gerçekten görülmesi gereken bir yer. St Katharine Docks, Londra merkezinde yer alan küçük gemi rıhtımlarından biri. Bir zamanlar burada yün, çay, deri gibi birçok şeyin ticareti yapılırmış. Fakat bu rıhtım yelkenli gemiler için tasarlanmış ve ticari gemiler buharlı gemilere dönüşünce rıhtım ihtiyatca cevap verememiş. Zamanla diğer rıhtımların deposu olarak kullanılmaya başlanmış.
İki adım ötesindeki Tower of London'ın kalabalığından uzak olan rıhtım, insanın içini açıyor ve ah çok param olsaydı da şurada bir evim olsaydı dedirtiyor. Rıhtım boyunca birkaç kafe, çok sayıda popüler bar ve restoran hizmet veriyor.
Ve sonunda Tower of London. Inşasına 1075 yılında başlanan Fatih William'ın taş kulesi o kadar etkileyiciymiş ki kule hala günümüzde 'Tower' olarak isimlendiriliyor. William kaleyi nehir kenarındaki antik Roma şehrinin güneyine inşa etmiş. Böylece Londralıları daha rahat kontrol edeceğini ve istilacıların gözünü korkutacağını düşünmüş. William'ın oğlu Rufus, kuleyi 1100 yılında bitirmiş.
Rufus'un kalesi ve kraliyet konutu şehri domine etmiş ve Norman hanedanlığının bölgedeki üstünlüğünü kanıtlamış. Kule, genellikle başı dertte olan kralların sığınağı olarak kullanılmış. III.Henry de bir istisna değilmiş. 1238'de buraya çekildiğinde, kalenin çağ dışı kalmış savunmasından korkmuş ve büyük güçlendirilmiş bir giriş inşa edilmesini emretmiş. Kaleyi 8 kule ile korunan dış bir duvarla kapatmış. III.Henry ayrıca, William'ın Norman kulesini beyaza boyatmış. Henry'nin etkileyici giriş kulesi yapıldıktan 1 yıl sonra yıkılmış. Londralılar, krallarının kalesini düşmanlarını hapsetmek için zindanlarla doldurduğunu düşünmüş. Kapının kuleleri yıkıldığında, sevinmişler çünkü bunun tanrının bir cezası olduğuna inanmışlar. III.Henry zamanında beyaza boyanan ve 17.yydan beri boyanmayan Norman kulesi hala 'Beyaz Kule' olarak anılıyor. III.Henry'nin oğlu I.Edward babasının dış duvarını başka bir duvarla daha çevrelemiş ve Tower içiçe bir kale haline gelmiş. 1275'te yapımına başlanan hendek, saldıranları belirli bir mesafede tutmak ve onların kale duvarlarını alttan kazmalarına engel olmak için kazılmış. Hendeğini dolduran sularda etkileyici kalenin yansıması görünürmüş. Hendek ayrıca, balık tutmak, yer değirmeni çalıştırmak gibi barışçıl işler için de kullanılıyormuş.
18.yyda kulenin görünümü çok farklıymış. Kuleler tuğlayla yükseltilmiş ve silah platformları eklenmiş. Tarihi kanlı olaylarla dolu olsa da Tower, 19 yüzyılda Wellington dükünün temizlik nedeniyle hendeği doldurtarak bahçeye çevirdiği yeşilliklerin ortasında sevimli bir görüntü sunuyor.
Tower'ın surlarında Yeomen Warder denilen nöbetçilerden 41 tane bulunuyormuş. Bu eski askerler, Tudor kostümleri giyip gün boyunca ziyaretçilere eğlenceli ve ilgi çekici bilgiler veriyorlarmış. Şubat aylarında Crown Jewels sergisi ziyareti kapanıp giriş ücretinde indirim yapılıyormuş. Traitor's Gate, Thames geriye taşınmadan önce Tower'ın nehir tarafındaki girişiymiş. Ülkeye ihanet etmekle suçlananlar bir kayıkla buraya getirirlermiş.
Geleceğin kraliçesi 1. Elizabeth, annesi Anne Boleyn gibi kuleye hapsedilmiş. Bloody Tower (Kanlı Kule) adını korkunç bir olaydan almış. III.Richard, yeğenleri olan 12 yaşındaki Edward ile 10 yaşındaki Richard'ı 1483'te buraya getirmiş ve iki kardeşten bir daha haber alınamamış. Iki yüzyıl sonra ise civarda iki çocuk cesedi ortaya çıkartılmış. Tower Green, altı kraliyet üyesinin boyunlarının vurulduğu yermiş. Bu kişiler arasında VIII.Henry'nin iki eşi, Anne Boleyn ile Catherine Howard ve dokuz günlük kraliçe Lady Jane Grey de var. Halktan kişiler ise kulenin Tower Hill üzerindeki surlarının önünde kalabalıklar izlerken idam edilmişler. Güzel ama kasvetli St. Peter and Vincula Şapelinde idam edilen ünlülerin başsız bedenleri gömülüymüş. III.Henry, göz kamaştırıcı kraliyet mücevherlerini buraya getirmiş. Mücevher koleksiyonundaki parçaların büyük bir kısmı, II.Charles'ın restorasyon döneminden kalmış. Adını Aziz Edward'tan alan Aziz Edward tacı, II.Charles'ın taç giyme töreni için yapılmış ve o tariten beri her törende kullanılmış. 1661 yılından kalma mücevher kakmalarla süslenmiş altın kürenin yanı sıra, dünyadaki en büyük kesme Elmas olan 530 karatlık Afrika Yıldızı ile taçlanmış Kraliyet asası da burada yer alıyormuş. IV.William için yapılan imparatorluk yüzüğü, kimi zaman İngiltere'nin alyansı olarak adlandırılıyormuş. İmparatorluk tacı, VI.George'un 1937 yılındaki tahta çıkışı için tasarlanmış. Yakın bir zamanda II.Elizabeth'in imparatorluk tacıyla ilgili konuştuğu bir röportajı yayınlandı: https://m.youtube.com/watch?v=7iksIsZOCBM. Bu röportajda kraliçe imparatorluk tacının çok ağır olduğundan bahsediyor. Elmaslar da birer taş sonuçta. Taç giyme töreninde okuma metnini yukarda tutmak zorunda kaldığını, aksi halde tacın ağırlığıyla boynunun kırılmasından ya da tacın düşmesinden korktuğunu anlatıyor. Kentin silahları da Tower of London da tutulmuş VIII.Henry Döneminde ise Kalede Kraliyet silahhanesi kurulmuş. White Tower'da yer alan Royal Armouries'in zırh koleksiyonunda bulunan bazı parçalar, Leeds'de bulunan bir müzeye gönderilmiş. Burada kalanlar VIII.Henry'nin büyük zırhı ile I.Charles'ın savaş kıyafeti gibi kulenin geçmişiyle doğrudan ilgili olanlarmış. Bu arada Tower'ın bir de ünlü kuzgunları var. Bir efsaneye göre kuzgunlar kuleyi bırakıp giderlerse kraliyetin ve kulenin çökeceği söyleniyor. Bugün burada, Kuzgun ustasının özenle baktığı 7 kuzgun yaşıyormuş.
Tower'ı bu kadar anlattıktan sonra kuleye girmediğimizi itiraf etmek zorundayım ama bir sonraki sefer Londra'ya gittiğimizde mutkaka girip içini de gezmek istiyorum.
Gotik taş işçiliğiyle göze çarpan Tower Bridge, Viktorya döneminden kalma bir mühendislik harikası. Bir zamanlar bu şık köprü sürekli inip kalkarak altından geçen yelkenlileri ve buharlı gemileri imparatorluğun dört bir yanınına uğurlarmış. Köprü açıkken karşıya geçmeleri gereken yayalar, en üstteki yaya geçidine çıkmak için kulelerin 200 basamaklı merdivenlerini çıkmak zorundaymış.
Köprüden geçtikten sonra az önce yemek yediğimiz karşı tarafın manzarasını da çekmeden edemedim. Yandaki resimde görülen sivri binanın adı Shard imiş. 95 katlı bina Avrupa'nın dördüncü yüksek binasıymış ve Katarlara aitmiş. Şuanda ofis, restoran, mağaza ve beş yıldızlı bir otele ev sahipliği yapıyormuş. Tam yolumuzu Tower of London'a çevirmiştik ki dikkatimi su kenarına dizilmiş şirin şirin evler ve yatlar çekti. Köprüden geçince sol tarafa gitmek yerine sağ tarafa saptık.
İyiki de sapmışız çünkü St Katharine Docks bence gerçekten görülmesi gereken bir yer. St Katharine Docks, Londra merkezinde yer alan küçük gemi rıhtımlarından biri. Bir zamanlar burada yün, çay, deri gibi birçok şeyin ticareti yapılırmış. Fakat bu rıhtım yelkenli gemiler için tasarlanmış ve ticari gemiler buharlı gemilere dönüşünce rıhtım ihtiyatca cevap verememiş. Zamanla diğer rıhtımların deposu olarak kullanılmaya başlanmış.
İki adım ötesindeki Tower of London'ın kalabalığından uzak olan rıhtım, insanın içini açıyor ve ah çok param olsaydı da şurada bir evim olsaydı dedirtiyor. Rıhtım boyunca birkaç kafe, çok sayıda popüler bar ve restoran hizmet veriyor.
Ve sonunda Tower of London. Inşasına 1075 yılında başlanan Fatih William'ın taş kulesi o kadar etkileyiciymiş ki kule hala günümüzde 'Tower' olarak isimlendiriliyor. William kaleyi nehir kenarındaki antik Roma şehrinin güneyine inşa etmiş. Böylece Londralıları daha rahat kontrol edeceğini ve istilacıların gözünü korkutacağını düşünmüş. William'ın oğlu Rufus, kuleyi 1100 yılında bitirmiş.
Rufus'un kalesi ve kraliyet konutu şehri domine etmiş ve Norman hanedanlığının bölgedeki üstünlüğünü kanıtlamış. Kule, genellikle başı dertte olan kralların sığınağı olarak kullanılmış. III.Henry de bir istisna değilmiş. 1238'de buraya çekildiğinde, kalenin çağ dışı kalmış savunmasından korkmuş ve büyük güçlendirilmiş bir giriş inşa edilmesini emretmiş. Kaleyi 8 kule ile korunan dış bir duvarla kapatmış. III.Henry ayrıca, William'ın Norman kulesini beyaza boyatmış. Henry'nin etkileyici giriş kulesi yapıldıktan 1 yıl sonra yıkılmış. Londralılar, krallarının kalesini düşmanlarını hapsetmek için zindanlarla doldurduğunu düşünmüş. Kapının kuleleri yıkıldığında, sevinmişler çünkü bunun tanrının bir cezası olduğuna inanmışlar. III.Henry zamanında beyaza boyanan ve 17.yydan beri boyanmayan Norman kulesi hala 'Beyaz Kule' olarak anılıyor. III.Henry'nin oğlu I.Edward babasının dış duvarını başka bir duvarla daha çevrelemiş ve Tower içiçe bir kale haline gelmiş. 1275'te yapımına başlanan hendek, saldıranları belirli bir mesafede tutmak ve onların kale duvarlarını alttan kazmalarına engel olmak için kazılmış. Hendeğini dolduran sularda etkileyici kalenin yansıması görünürmüş. Hendek ayrıca, balık tutmak, yer değirmeni çalıştırmak gibi barışçıl işler için de kullanılıyormuş.
18.yyda kulenin görünümü çok farklıymış. Kuleler tuğlayla yükseltilmiş ve silah platformları eklenmiş. Tarihi kanlı olaylarla dolu olsa da Tower, 19 yüzyılda Wellington dükünün temizlik nedeniyle hendeği doldurtarak bahçeye çevirdiği yeşilliklerin ortasında sevimli bir görüntü sunuyor.
Tower'ın surlarında Yeomen Warder denilen nöbetçilerden 41 tane bulunuyormuş. Bu eski askerler, Tudor kostümleri giyip gün boyunca ziyaretçilere eğlenceli ve ilgi çekici bilgiler veriyorlarmış. Şubat aylarında Crown Jewels sergisi ziyareti kapanıp giriş ücretinde indirim yapılıyormuş. Traitor's Gate, Thames geriye taşınmadan önce Tower'ın nehir tarafındaki girişiymiş. Ülkeye ihanet etmekle suçlananlar bir kayıkla buraya getirirlermiş.
Geleceğin kraliçesi 1. Elizabeth, annesi Anne Boleyn gibi kuleye hapsedilmiş. Bloody Tower (Kanlı Kule) adını korkunç bir olaydan almış. III.Richard, yeğenleri olan 12 yaşındaki Edward ile 10 yaşındaki Richard'ı 1483'te buraya getirmiş ve iki kardeşten bir daha haber alınamamış. Iki yüzyıl sonra ise civarda iki çocuk cesedi ortaya çıkartılmış. Tower Green, altı kraliyet üyesinin boyunlarının vurulduğu yermiş. Bu kişiler arasında VIII.Henry'nin iki eşi, Anne Boleyn ile Catherine Howard ve dokuz günlük kraliçe Lady Jane Grey de var. Halktan kişiler ise kulenin Tower Hill üzerindeki surlarının önünde kalabalıklar izlerken idam edilmişler. Güzel ama kasvetli St. Peter and Vincula Şapelinde idam edilen ünlülerin başsız bedenleri gömülüymüş. III.Henry, göz kamaştırıcı kraliyet mücevherlerini buraya getirmiş. Mücevher koleksiyonundaki parçaların büyük bir kısmı, II.Charles'ın restorasyon döneminden kalmış. Adını Aziz Edward'tan alan Aziz Edward tacı, II.Charles'ın taç giyme töreni için yapılmış ve o tariten beri her törende kullanılmış. 1661 yılından kalma mücevher kakmalarla süslenmiş altın kürenin yanı sıra, dünyadaki en büyük kesme Elmas olan 530 karatlık Afrika Yıldızı ile taçlanmış Kraliyet asası da burada yer alıyormuş. IV.William için yapılan imparatorluk yüzüğü, kimi zaman İngiltere'nin alyansı olarak adlandırılıyormuş. İmparatorluk tacı, VI.George'un 1937 yılındaki tahta çıkışı için tasarlanmış. Yakın bir zamanda II.Elizabeth'in imparatorluk tacıyla ilgili konuştuğu bir röportajı yayınlandı: https://m.youtube.com/watch?v=7iksIsZOCBM. Bu röportajda kraliçe imparatorluk tacının çok ağır olduğundan bahsediyor. Elmaslar da birer taş sonuçta. Taç giyme töreninde okuma metnini yukarda tutmak zorunda kaldığını, aksi halde tacın ağırlığıyla boynunun kırılmasından ya da tacın düşmesinden korktuğunu anlatıyor. Kentin silahları da Tower of London da tutulmuş VIII.Henry Döneminde ise Kalede Kraliyet silahhanesi kurulmuş. White Tower'da yer alan Royal Armouries'in zırh koleksiyonunda bulunan bazı parçalar, Leeds'de bulunan bir müzeye gönderilmiş. Burada kalanlar VIII.Henry'nin büyük zırhı ile I.Charles'ın savaş kıyafeti gibi kulenin geçmişiyle doğrudan ilgili olanlarmış. Bu arada Tower'ın bir de ünlü kuzgunları var. Bir efsaneye göre kuzgunlar kuleyi bırakıp giderlerse kraliyetin ve kulenin çökeceği söyleniyor. Bugün burada, Kuzgun ustasının özenle baktığı 7 kuzgun yaşıyormuş.
Tower'ı bu kadar anlattıktan sonra kuleye girmediğimizi itiraf etmek zorundayım ama bir sonraki sefer Londra'ya gittiğimizde mutkaka girip içini de gezmek istiyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)