10 Ocak 2016 Pazar

Volga Volga Beyaz Geceler, 3.gün: Ugliç

Nehir turumuzun üçüncü gününde erken kalkmamıza gerek yoktu. İki günlük yorucu gezilerden sonra artık dinlenme zamanıydı. Öğlene kadar güvertede güneşlenip durgun suyun ve doğanın sudaki yansımasının tadını çıkardık. Öğlen ilk Rusça dil dersimize katıldık. Kiril alfabesi ve basit birkaç kelime öğrendik. İşimize yaradı diyebilirim çünkü gemideki garsonlar Rusça'dan başka dil bilmiyorlardı. Kiril alfabesini öğrenince de artık etraftaki tabelaları okuyabilmeye başladık. Öğle yemeğinden sonra bir su havuzu daha geçerek Ugliç'e vardık. Yemek diyince gemideki yemeklerle ilgili kısa bir açıklama yapayım. Gemideki sabah kahvaltısı açık büfeydi. Öğle ve akşam yemekleri ise seçmeliydi. Her yemek iki seçenekliydi. Fakat bu seçimi bir gün önce sabah kahvaltısında yapmak gerekiyordu.
Rehber bize bu durumu açıklamadı ve bizim kahvaltıyı çoktan yapıp kamaramıza çekildiğimiz bir saatte herkes seçimini yapmış. Bu durumu öğrenince rehbere hemen çemkirdim tabiiki. Hamile olduğumdan bu seçenek olayını herkesten önce bana sorması gerekiyordu. Çemkirmem işe yaradı ve o öğlen istediğim yemeği seçebildim. Her sabah bu ertesi günün öğle ve akşam yemeğini seçme işi var. Tabi bi gün önce sabah seçince yemekler de bize yabancı olunca insan ne seçtiğini unutuyor. Yemekle ilgili bir başka bilgi, diğer gemi turlarında olduğu gibi her gün aynı kişilerle aynı masada yiyorsunuz.

Geçmişte yaşayan şehir olarak nitelendirilen Ugliç'in kuruluşu 937 yılına dayanıyor. Ugliç, 16.yy'a kadar hızla gelişmiş ve önemli prensliklerden biri haline gelmiş. Rus tarihindeki önemli olaylardan biri burada gerçekleşmiş. 1591 yılında Rurik hanedanlığının son veliahtı, Korkunç İvan'ın küçük oğlu Çareviç Dimitri burada öldürülmüş. Onun ölümü, politik bir krizi de beraberinde getirmiştir.
İlerleyen zamanlarda küçük Dimitri'nin öldürüldüğü yere yukarıdaki fotoğrafta da görülen kırmızı duvarlı mavi kuleli St.Demetrios kilisesi inşa edilmiş. Prensin yaşadığı ev de müzeye çevrilmiş. Bu iki yeri gezdikten sonra 6 erkekten oluşan küçük bir vokal grubundan çok güzel mini bir konser dinledik. Çıkışta CD'lerini satmak için sanırım Ugliç'e gelen gemi misafirlerine böyle mini konserler veriyorlar. 38 bin nüfuslu Ugliç sevimli ve sakin bir kent.
Buradaki saat fabrikasının ürettiği "Çayka" saatleri oldukça popülermiş ama pek ilgimizi çeken bir saat göremedik. Rehberimiz Ugliç'in gezi rotamızdaki en ucuz yer olduğunu söyledi. Bu yüzden bütün hediyelik alışverişimizi buradan yapmamızı önerdi. Biz de öyle yaptık. Rehberimizin götürdüğü çeşit çeşit votkaların olduğu küçük bir marketten votka alışverişimizi yaptık. Ugliç'in çok şirin küçük bir alışveriş sokağı var. Buradaki minik tezgahlarda hediyelik eşyalar satıyorlar.
Bütün tezgahları gezdikten sonra bir türlü ne alacağıma karar veremedim. Buaradaki tezgahtarların pazarlık yaptığını da söylemem gerekiyor. Bir tezgahta gördüğünüz bir şeyi başka bir tezgahta daha ucuza bulabiliyorsunuz. Sonunda hediye olarak içinde St.Basilin katedrali olan Faberge yumurtalarından aldık. Buarada yumurtaların orjinal olduğunu kanıtlamak için sertifikayla satıyorlar. Alırsanız sertifikasını istemeyi unutmayın.
Ugliç limanına demirlediğimizde saat 16:30'du. Ugliç, yürüyerek gezilebilecek küçük bir yer. Gezmek ve alışveriş yapmak için bolca vaktimiz oldu. Yaklaşık üç saat sonra gemimiz ertesi gün varacağımız bir sonraki durağımız olan Yaroslav'a doğru hareket etti. Biz de geminin güvertesinden manzaranın tadını çıkardık. Gökyüzü, yeryüzü, nehir, herşey birbirine karıştı :)

3 Ocak 2016 Pazar

Volga Volga Beyaz Geceler, 2.gün: Moskova


Rusya ile krizde olduğumuz şu günlerde bir Moskova gezi yazısı içinizi ısıtacak :p Şaka bir yana iyiki bi buçuk sene önce bu geziyi yapmışız da şimdi böyle bir sorunla karşı karşıya değiliz. Biz vizesiz rahat rahat gezmiştik. Şimdi Türk turistleri kapıdan geri çeviriyorlarmış. Gelelim bizim tura. Geceyi Moskova'daki limana demirlemiş olan gemimizde geçirdikten sonra, turumuzun ikinci gününde Moskova'yı gezmeye devam ettik. Yunan adaları yada Doğu Akdeniz turlarında olduğu gibi yine hergün gemi gazetesi kapımızın altından atıldı fakat bu seferki o günkü programı gösteren siyah-beyaz basit bir kağıttı :) Kahvaltıdan sonraki ilk durağımız olan Kremlin'e doğru yola çıktık. Bir önceki gün Kızıl Meydan'da sadece kırmızı tuğlalı duvarlarını görebilmiştik. Doğrusunu söylemek gerekirse o güzel tuğlalı duvarların içine girdiğimde biraz hayal kırıklığına uğradım.
Kremlin duvarları ve kuleleri İtalyan ustalar tarafından 1485 - 1495 yılları arasında yapılmış. İlk yapıldığında duvarlar 18 adet kuleye sahipmiş fakat 17.yy'da bu sayı 20'ye yükselmiş. Kremlin'e girişte bizi ilk olarak Troitskaya kulesi karşıladı.
Daha sonra sağımızda hiç saraya ait değilmiş gibi görünen bir binayla karşılaştık. Burası 1961'de yani Sovyet zamanında Komunist Parti için yapılmış. Bana kalırsa sarayın bahçesindeki hiç bir yapıyla uyum içerisinde değil.
Sol tarafımızda ise Arsenal binası ile karşılaştık. Bu bina, askeri depo ve cephane olarak tasarlanmış. Gemi turu grubuna bağlı olduğumuzdan bizim tur sadece sarayın bahçelerini içeriyordu. Bence Kremlin sarayını hakkıyla gezdim diyebilmek için hazine ve silah bölümlerini de gezmek gerekiyor. Biz ne yazıkki buraları gezemedik. Bu kısımlar için ekstra bilet alınması gerekiyormuş. Ayrıca, bizim pek zamanımız da yoktu.
Bahçede görebileceğiniz şeylerden biri "patlamayan top". Dünyanın en büyük ve eski toplarından biri olan bu top, 1586 yılında Kremlin'i korumak amacıyla dökülmüş.
Hemen onun yanında "çalmayan çan" var. Bu çan, dünyadaki en büyük çan olma özelliğini taşıyor. 1202 ton ağırlığındaki çanın ilginç bir hikayesi var. Çan, bir hendekte dökülmüş ve işçiler bu döküm işlemi için 2 yıl boyunca hazırlanmışlar. Fakat, işlem sırasında sızan metalden kaynaklanan bir yangın yüzünden çan fazla ısınmış ve heryerinden eşit olarak soğuyamamış. Bu sebeple, çanın 11 tonluk bir kısmı kırılmış. 1 yüzyıl boyunca döküldüğü hendekte kalan çan sonunda çıkartılmış ve Kremlin'in bahçesine konulmuş.
Çan, sarayın en yüksek binası olan Ivan Büyük Çan kulesinin hemen önünde duruyor. 21 çana sahip bu kule, düşmanın yaklaştığını haber vermek için tasarlanmış.
Bahçedeki bir başka yapı ise işlemeli kuleleriyle dikkat çeken ve kraliyetin ilk yaşam alanı olarak kabul edilen Terem Sarayı. Bu saray da ne yazıkki ziyarete açık değil.
Vee geldik sonunda dipdibe sıkışmış katedrallerin bulunduğu alana :) Bütün çarlar Dormition katedralinde taç giymiş. Archangel Michael katedralinde ise neredeyse bütün Rus çarlarının mezarları bulunuyor. Lale mevsiminde gittiğimiz için sarayın bahçeleri aynı Topkapı sarayındaki gibi lalelerle kaplıydı ve çok güzeldi. Her sarayda olduğu gibi burada da belirli bir saatte askerlerin değişim merasimi var. Fakat, biz ne yazıkki zamanı tutturamadık. Biz çıkarken seramoni yeni başlayacaktı.
Doğrusunu söylemek gerekirse Kremlin sarayı beklentilerimi karşılayamadı. Belki de daha önce dediğim gibi silah ve hazine bölümlerini de gezsek böyle demezdim :)
Metro ve arbat turlarına geçmeden önce kumanya olarak dağıtılan öğle yemeğimizi yedik. Bu turun en sevdiğim yanı yazımın ilk başında söylediğim gibi herşeyin dahil olmasıydı. Çoğu turlarda öğle yemeği ve müze - ören yeri girişlerine para vermeniz gerekir. Bu turda bunlar ilk başta ödediğimiz tur fiyatına dahildi. Fakat yine de ekstra turlar vardı tabi. Bunlardan biri de Moskova'daki metro - Arbat turu idi. Yanda gördüğünüz fotoğraf Moskova metro haritası. 
İlk yazımda da söylediğim gibi böyle karmaşık bir metro ağına sahip ve 4-5 şeritli yolları olduğu halde Moskova'daki trafik İstanbul'la yarışır. Yukarıdaki haritada yuvarlakla gösterilen de aslında bir hat. Bu hattaki herhangi bir duraktan binip hiç inmezseniz yine aynı durağa gelirsiniz :P İşte biz de metroyu gezmek için bu hattı tercih ettik. Turla değil de kendi başınıza metro ve Arbat'ı gezmek de aslında çok zor değil. Siz de kendi başınıza bu hattaki her durakta inerek ve bir sonraki trenle bir sonraki istasyona geçerek metroyu gezebilirsiniz. Aslında biz de rehber eşliğinde bunu yaptık. Moskova metrosu gerçekten çok şık. Avizeler süslemeler müthiş. Her durakta avizeler ve süslemeler de değişiyor. Ayrıca her durağın farklı bir teması var.
Biz metroya Kızıl meydanın çok yakınındaki bir duraktan: Ploshchad Revolyutsii (Площадь Революции) durağından bindik. Tabi metroyu gezmek istiyorsanız Kiril alfabesini biraz çözmüş olmanız gerekiyor. Bu durak koyu mavi ile gösterilen Arbatsko-Pokrovskaya hattı üzerindeydi. Buradan kahverengi ile gösterilen yuvarlak hatta gidebilmek için rehberin bize aldığı biletlerle metroya bindik. İndiğimiz ilk durak yanda fotoğrafı görülen: Kurskaya (Курская).
Buradan kahverengi hatta geçerek tekrar metroya bindik ve yanda fotoğrafı görülen Komsomolskaya (Комсомольская) durağında indik.
Bu istasyonu biraz gezikten sonra tekrar metroya bindik ve mozaikleriyle ünlü Novoslobodskaya (Новослободская) isyasyonuna gittik.
Ve kahverengi hattaki son durağımız Kiyevskaya (Киевская). Çok güzel tablolarla süslenmiş bu duraktan yine koyu mavi hat Arbatsko-Pokrovskaya'ya geçtik ve Arbatskaya (Арбатская) durağında indik.
Buradan sonra Arbat turumuz başladı. Ne yazıkki metrodan çıktığımızda yağmur yağdığını fark ettik. Caddede pek kimsecikler yoktu. İnsanlar kapalı mekanlara sığınmışlardı. Arbat, Moskova'nın Taksim'i gibi bir yer fakat yağmurlu olduğundan biz pek bi kalabalık göremedik. Normalde burada sokak ressamları falan olurmuş. Caddede biraz yürüdükten sonra bi yerde oturduk ve sonraki gezi noktamıza gitmek için rehberimizi bekledik.
Bir sonraki tur Nazım Hikmet'in mezarını ve Borodino Savaşı müzesini içeriyordu. İkisi de pek ilgimizi çekmediği için bu tura katılmamayı tercih ettik. Onun yerine rehberimiz bizi tur bitiminde almak üzere mezarlığın yakınındaki güzel bir parka bıraktı.
Moskova yazımı bitirmeden önce "Yedi Kız Kardeşler"den de bahsetmek istiyorum. Stalin tarafından yaptırılan yedi adet gökdelen, bu isimle anılıyor. Gökdelenler Rus Barok ve Gotik tarzında inşa edilmiş. Bu binalar otel, apartman, kamu binası ve üniversite olarak hizmet veriyor. 













Saat 17:30 olduğunda yandaki fotoğrafta görülen Moskova limanını terk etme vakti gelmişti. Kamaramıza gidip kaptanın kokteyli için hazırlanmaya başladık. Kaptanın kokteyli akşam 19:00'daydı ve biz beyaz geceleri yaşamaya başlamıştık. Hava oldukça aydınlıktı. O akşamın bir diğer ilginç olayı ise ilk defa kanallardaki su havuzlarından geçecek olmamızdı. Bu tur daha önce anlattığım gibi aslında sadece Volga nehri üzerinde geçmiyor.
Moskova - St.Petersburg arasındaki nehirler, göller birbirlerine kanallarla bağlanmış. Volga nehrine geçmek için ilk durağımız Moskova kanalı. Bu kanalda ilerlemek için 7 tane su havuzu geçmemiz gerekiyor. Yandaki fotoğrafta girdiğimiz ilk su havuzu görünüyor. Ön tarafa baktığımızda nehir bizden daha aşağıda duruyor. İşte bu havuz bizi ilerideki nehirle aynı seviyeye indirecek.
Arkamızda kardeş gemi olan Karamsin gemisi bize eşlik ediyor. Arkamızdaki nehir ise göründüğü gibi bizimle aynı seviyede. Havuzun önündeki kapak zaten kapalıydı. Bizim arkamızdan Karamsin gemisi de girince arkadaki kapak da kapandı ve su seviyesi alçalmaya başladı.
Su seviyesi alçaldıkça bizim gemi de alçalmaya başladı tabiiki :) Öyle alçaldık ki artık önümüzdeki nehri göremez olduk.
Sonunda önümüzdeki kapak açılmaya başladı ve nehir aralanan kapakların arasından görünmeye başladı.
Buarada bu fotoğrafları çekerken saat çoktan 22:00'yi geçmişti. Göründüğü gibi hava hala aydınlık. Gemimiz Ugliç'e doğru hareket ederken biz hoşgeldin konserini dinlemek için geminin küçük konferans salonuna gittik. Bu kadar çok gezmek beni çok zorlamasa da yine de yorulduğumu kabul etmeliyim. Saat gece yarısını vurmadan kamaramıza çekildik :)