Bir kısmı Arnavutluk, diğer bir kısmı ise Makedonya içinde kalan Ohrid Gölü gerçekten görülmeye değer bir yer. Bu göl UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor. Gölün kenarına kurulmuş 3 şehir var. İkisi Makedonya sınırları içerisindeki Ohrid ve Struga, diğeri Arnavutluk sınırı içerisindeki Pogradec. Biz gezimize Ohrid gölünün Kara Drin nehrine boşaltıdığı yere kurulmuş olan Struga şehriyle başladık.
Kısa bir fotoğraf molasının ardından 2 gece konaklayacağımız otele, oradan da akşam yemeği yiyeceğimiz restorana gittik. Restoranda bizi bir süpriz bekliyordu: Balkan müzikleri eşliğinde dans eden bir folklör grubu. Güzel geçen gecenin sonunda balkan ezgileriyle dans ederken bulduk kendimizi. Ertesi gün yoğun bir program bizi beklediğinden çok geç olmadan otelimize döndük.
ETS Tur yine bize kıyak geçmiş, diğer kaldığımız otellerde olduğu gibi bize yine manzaralı oda vermiş. Sabah muhteşem bir göl manzarasıyla uyandık.
O sabah kendi rehberimizin yanında bize Ohrid'den yerel bir rehber eşlik etti. Adı Cingiz. Savaş zamanında göç etmeyip burada kalan Türklerden. Çok tatlı bir Türkçesi var. Konuşmasını anlamaktan zorlandığımızda, "Bizim evde konuşulan Türkçeyle konuşsam hiçbirşey anlamazsınız, asıl Türkçe bizim konuştuğumuz" dedi.
Bir önceki gün Ohrid gölünün döküldüğü yeri görmüştük. O sabahki ilk durağımız ise Ohrid gölünün doğduğu yerdi. Manzara o kadar güzel, su o kadar durgundu ki insan burada hiçbirşey yapmadan saatlerce durabilir.
Ohrid'nin kaynağının olduğu yerde St.Naum manastırı var. St Naum, Kiril alfabesinin yaratıcılarından biri olarak tanınıyor. Manastırın içinde o kadar çok tavuskuşu vardı ki Seville'de başlayan tavuskuşu korkum yine alevlendi. Ohrid Gölü yılanbalıklarıyla ünlü. Gölde çifleşen yılan balıkları buradan tam Meksika körfezine kadar gidip yumurtalarını orada bırakıyorlarmış. Fakat Ohrid'e geri dönmeye ömürleri yetmiyormuş.
Yumurtadan çıkan yavrular ise bir şekilde Ohrid gölünün yolunu bulup çiftleşmek için yine buraya dönüyorlarmış. İkinci durağımız Ohrid çarşısı. Ohrid aynı zamanda incisi ile ünlü. Yalnız buradaki inci öyle midyeden çıkmıyor. Ohrid'de yetiştirilen bir balığın pulları toz haline getirilip sıkıştırılarak yapılıyormuş.
Yandaki fotoğrafı görüp de burası Safranbolu mu diye aldanmayın. Burası hala Ohrid. Şehir içerisinde biraz yürüyüşe çıktık ve kaleye uzaktan bir selam çaktık, antik tiyatroyu gördük. Daha sonra tekne turuna geçtik.
Balkan müzikleri eşliğinde çok güzel bir göl turu yaptık. Tito'nun yazlığını gördük. Hava sıcaktı ve su çok durgundu. İçimizen gölün serin sularına atlamak geldi ama hazırlıklı gelmemiştik. Tekne turu sonrasında meşhur Ohrid balığında yemek için bir retorana oturduk. Otele dönünce mayolarımızı giyip göl kenarına indik. Fakat öğlen güneşi gimişti ve hava biraz soğumuştu. Gölün suyu ise buz gibiydi. Biz de ayaklarımızı sokmakla yetindik.
Uzun geçen günün sonunda akşam olmuştu bile. Geceyi Ohrid'deki otelde geçirip ertesi gün erkenden Resne'ye doğru yola çıktık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder