19 Mart 2017 Pazar

Londra: 2.gün

İlk gün için orjinal planımız yandaki gibi ama biz plana uymayı başaramadık. İlk durağımız Westminster Katedraliydi. Güzel bir katedral fakat Londra'da görülecek onca şey varken bu katedral görmeye değer miydi tartışılır. Sabah erkenden yola çıktığımız için işe giden insanların arasına karıştık. Bizim alışık olmadığımız bir kalabalık vardı.
İnsanlar büyük bir ciddiyet ve sessizlik içinde, durmadan duraksamadan, kimseyle konuşmadan, hızlı hızlı yürüyordu. Çocuklar okula gidiyordu. Hava serin olmasına rağmen kız çocuklar etek, erkek çocuklar şort giymişti. Altlarında da diz altı çorap vardı. Çok şık duruyorlardı. Katedralde çok oyalanmayıp Wesminster Abbey'e geçtik. İşte asıl görülmesi gerçek kilise burası. Giriş 20 pound ama verdiğiniz paraya değer. Giriş ücretine kulaklıklı rehber de dahil. Açılış saati 9 buçuk ve kapanış saati güne göre değişiyor. Haftanın çoğu günü öğleden sonra 3 buçukta kapanıyor. Kapanış saatinden 1 saat önce içeri almayı kesiyorlar. Bu yüzden diğer yerleri öğleden sonraya bırakarak burayı erken bir saatte gezdik. Abbey'e geldiğimizde önünde baya bir kuyruk vardı ve daha açılmamıştı. içeriye almaya başlanınca kuyruk hızla eridi.
Ortaçağ mimarisinin görkemli bir örneği olan manastır, bir zamanlar Parliment Square'in güneyinde bulunan bir Benedikten kilisesiymiş. 11.yyda Aziz Edward'ın kurduğu manastır, Reform döneminde korunmuş ve kraliyet törenlerine ev sahipliği yapmayı sürdürmüş. II.Elizabeth 1953 yılında burada taç giymiş, Prenses Diana'nın cenaze töreni 1997 yılında burada düzenlenmiş ve Prens William ile Catherine Middleton 2011 yılında burada evlenmiş. Burası aynı zamanda kralların, kraliçelerin, ülkenin önde gelen devlet adamlarının, askerlerin, bilim adamlarının, müzisyenlerin ve edebiyatçıların gömüldüğü bir mabet. Hatta Da Vinci'nin şifresi filminde son sahnelerden biri buradaki Isaac Newton'ın mezarının önünde geçiyor. Newton'ın yanı sıra Charles Darwin de buraya gömülmüş. Buradaki başka bir ünlü mezar, adsız bir askere ait.
I.Dünya Savaşında savaş alanında bulunan adsız bir asker, 1920'de buraya gömülmüş ve bu mezar Ingiltere'nin savaşta yitirdiği askerelerine adanmış. Abbey'e girişler kuzey kapısından yapılıyor. Batı kapısı ise doğrudan 31 metre yüksekliğindeki Gotik nefe açılıyor. Koronun bulunduğu bölümden Yüksek Altar'a geçiliyor. Yüksek Altar'ın çevresi kraliyet mezarlarına ayrılmış. Saatin ters yönünde ilerlediğiniz zaman sırasıyla I.Edward, II.Henry, II.Edward ve II.Richard'ın yattığı yerleri görürsünüz. Taç giyme törenlerinde kullanılan taht, tören zamanı Yüksek Altar'da duruyormuş.
Kullanılmadığı zaman ise, Nef'in bulunduğu Batı girişinin hemen köşesinde yer alıyor. Tahtın değişik bir de hikayesi var. Bu tahta koltuk, İskoç krallarının taç giyme törenlerinde kullandıkları, Kral I.Edward'ın 1296'da Iskoçya'dan getirdiği, Scone taşını içermesi için tasarlanmış. 1953'te Kraliçe II.Elizabeth bu tahtta taç giymiş. Tahtın içindeki Scone taşı, taç giyme törenlerinde geri alınmak üzere, 1996'da Iskoçya'ya iade edilmiş.
Klisenin iç tarafındaki VII.Henry'nin Şapeli, Bath Şovalyeleri tarikatına ait gösterişli bayrak ve sancaklarla dekore edilmiş. Şapelin duvar işçiliği ve ahşap boyamaları son derece etkileyici. VII.Henry burayı gömüleceği yer olması amacıyla 1503'te yaptırmış. Saatin ters yönünde ilerleyince, şapelin çevresinde sırasıyla I.Elizabeth ve I.('Kanlı') Mary'nin mezarlarını görebilirsiniz. İki kraliçe kardeş olmalarına rağmen hiç anlaşamamışlar. Mary, idam ettirmek niyetiyle Elizabeth''i Tower of London'a hapsettirmiş. Ayrıca VII.Henry'nin yanı sıra Stuartlardan II.Charles'ın, III.William'ın ve Iskoçya kraliçesi Mary'nin mezarları da burada. Yüksek Altara geri dönüp, Poet's Corner'a geçtik. Burada Dickens, Kipling gibi edebi kişilerin mezarları bulunuyor. Burada ayrıca Shakespeare, Jane Austen gibi birçok edebi kişiliğe adanmış anıtlar da var.
Handel gibi müzisyenlerin mezarları da bu köşede yer alıyor. Sesli tur burada sona erdi. Westminster Abbey genel olarak bana büyük bir mezarlık gibi geldi. Köşedeki çıkıştan Chapter House'a geçtik. 13.yy'dan kalma seramik zeminiyle öne çıkan sekizgen bina, manastır keşişlerin toplantı mekanıymış. 1257 ve 1542 yılları arasında Avam kamarası burada toplanmış. Son olarak revakların bulunduğu orta avluya geçtik. Abbey içinde fotoğraf çekmek yasak olduğundan avluda bol bol fotoğraf çektik. Hediyelik eşya dükkanına da uğradık ve Wesminster Abbey turumuz burada sona erdi. Dean's Yard'a şöyle bir baktık.
Sıradaki durağımız Notting Hill. Burası tabiki ismini verdiği filmle ünlü.
Ama ara sokaklardaki Viktorya dönemi birbiri ardına sıralı evleri görülmeye değer.
Buranın ünlü olduğu başka birşey ise burada bulunan Portobello Road. Pazar sanırım sabahları kuruluyormuş o yüzden biz görmedik. Ama pazar harcinde bir sürü ilginç dükkan var. Bu cadde üzerinde ayrıca çok şık kafeler de mevcut.
Bir sonraki durağımız Kensington Palace. Londra'da heryere girmek maliyetli olduğundan ve çok zaman aldığından bu sarayın da içini bir sonraki gelişimize bıraktık. Ama tam saraya geldiğimizde Londra'nın ilk yağmuru karşıladı bizi ve sarayın ziyaretçiler için yapılmış kafesine girdik. Baktık yağmur dinmeyecek başladık yağmur altında Kensington bahçelerini hızlı hızlı gezmeye.
Bir zamanlar Galler Prensesi Diana'nın yaşadığı sarayda şimdi oğlu Prens William ve onun karısı Kate yaşıyor. Kensington bahçelerinde ise sincaplar geziyor.
Kensington bahçelerinde bulunan Albert Memorial, Kraliçe Viktoria tarafından sevgili eşi Prens Albert'a adanmış. Prens, South Kensington müzelerinin düzenlenmesinde önemli rol oynamış. Royal Albert Hall'ın karşısında yer alan anıt, 1876 yılında Sir George Gilbert Scott tarafından tasarlanmış. Anıtın dört köşesinde Kraliçe Viktoria döneminde en geniş sınırlarına ulaşan imparatorluğu simgeleyen betimler yer alıyor.
Sanat ve bilim salonunun temel taşını Kraliçe Victoria yerleştirmiş, herkesi şaşırtarak salonun adının başına da Royal Albert'ı koymuş. Bugün burası daha çok Albert Hall olarak biliniyormuş. Dairesel bir plana sahip olan 5000 izleyici kapasiteli devasa bina, Roma amfiteatrlarını örnek alınarak tasarlanmış. Burada sirkler, film prömiyerleri ve müzik şovları düzenleniyormuş. Kraliçe Viktoria ve kuzeni Saksonya-Coburg-Gotha Prensi Albert 1840 yılında evlendiklerinde 20 yaşındalarmış. Viktoria döneminin ruhunu benimseyen Prens, güzel sanatlar ve bilimle de ilgileniyormuş. Bu ilgi daha sonra South Kensington'ın ünlü kurumlarına kaynaklık etmiş. 41 yaşında tifodan hayatını kaybeden prens, ardında Kraliçesini ve 9 çocuğunu bırakmış.
Imperial College'ın önünden geçerek Natural History Museum'a doğru ilerledik. Imperial College, Viktoria ve Albert Müzesi, Doğal Tarih Müzesi gibi, Prens Albert tarafından kurulmuş. Ne yazıkki Natural History Müzesini gezmeye vaktimiz kalmadı ve biz gidene kadar müze kapandı. Londra gezilecek birbirinden güzel yerlerle dolu bir şehir. Hepsini layıkıyla bir seferde gezmek mümkün değil. Güya bugün Hyde Park'ı görmeyi de planlamıştım ama ona da vaktimiz kalmadı.
Çünkü akşam için çok önceden aldığımız müzikal biletlerimiz vardı. Ünlü Phantom of the Opera müzikaline gittik. Müzikal gerçekten çok güzeldi. Fakat görece iyi bir para vermemize rağmen yerimiz çok güzel değildi. Balkonda biraz kenarda kaldık. Sahnenin bir kısmı görünmüyordu.
Müzikalin olduğu tiyatro otele yakındı. Müzikalden çıkışta, akşam ışıkları altında Londra sokaklarında yürüyerek, Trafalgar meydanından da geçerek otelimize döndük.
Müzikal kitapçığından