Volga Volga Beyaz Geceler turumuzun son durağı St.Petersburg. Mokova'da olduğu gibi bu şehirde de iki gün ve bir gece geçirdik. İlk gün için programımız yandakinden biraz farklıydı. Panaromik kısa bir şehir turunun ardından merakla beklediğimiz dünyanın en büyük müzelerinden biri olan Hermitaj müzesi gezisi. Daha sonra kanal turu. St.Petersburg, dünyaca ünlü bir turist merkezi. Rusya'nın en büyük ikinci şehri. Baltık denizi ve Neva nehri kıyısına kurulan şehrin nüfusu 5 milyondan fazla. Daha önceki yazılarımda da anlattığım gibi, St.Petersburg şehri, Rus Çarı I.Peter tarafından planlanmış ve 1703 yılında Moskova'nın yerine başkent ilan edilmiş. Rus devriminin olduğu 1918 yılına kadar Rusya'nın başkentliğini yapmış. I.Dünya savaşı sırasında, Rusya ve Almanlar savaş halindeyken şehrin adı olan Sankt Peterburg Almanca gibi algılandığından, Petrograd olarak değiştirilmiş.
1924 yılında, Lenin'in ölümünden 5 sene sonra, Petrograd adı Leningrad olarak değiştirilmiş. 1991 yılında, Sovyetler Birliği yıkılınca şehrin adı tekrar St.Petersburg olarak değiştirilmiş. Şehir tabiki Unesco Dünya Mirası listesinde. Kanallarla kaplı şehir, "Kuzeyin Venedik'i" olarak tanımlanıyor. Haziran ayında meşhur "Beyaz Geceler" başlıyor. Biz aslında resmi olarak beyaz geceleri yaşamadık çünkü mayıs sonunda oradaydık ama yine de geceler oldukça beyazdı :)
Panaromik şehir turumuzun duraklarından biri, Voskresenia Khristova Kilisesi (yukarıda fotoğrafı görülen). Kilisenin adı Türkçeye "Kurtarıcı Kan Kilisesi" gibi çevriliyor sanırım. 1883 yılında inşaatı başlayan kilise, 1907 yılında tamamlanmış. İçerisine girmedik ama dışarıdan bir Ortadoks kilisesi olduğunu fazlasıyla hissettiriyor insana. Bütün Ortadoks kiliseleri gibi süslü. Hatta fazlasıyla süslü :) Panaromik şehir turumuzun bir diğer durağı, Peter ve Paul kalesi.
Kale, şehrin kurucusu I.Peter tarafından inşa ettirilmiş. Bugün, St.Petersburg tarihi müzesi olarak hizmet veriyor. Biz önünden geçerken kalenin baheçsindeki yeşil çimenlerde insanlar bikinileriyle güneşleniyorlarlardı. Deniz sezonu açıldığında, insanlar kalenin kenarından Baltık Denizi'ne dökülen geniş nehrin sularına kendilerini bırakıyorlarmış. Ve sırada ünlü "Hermitage". Hermitage müzesi dünyadaki en eski ve en büyük müzelerden biri. Başka bir deyişle, ölmeden önce görülmesi gereken yerler listesinde. 1974 yılında daha önce bahsettiğim II.Katerina (http://two-turtles-ontheway.blogspot.com.tr/2016/03/volga-volga-beyaz-geceler-goritsi.html) tarafından kurulmuş ve 1852 yılında halka açılmış. Müzedeki eserlerin tamamının sergilenmesi mümkün değil çünkü 3 milyondan fazla eser var.
Müze, dünyadaki en büyük resim koleksiyonuna sahip. Hermitage müzesi 6 tarihi binaya yayılmış durumda: Rıhtım Sarayı, Kışlık Saray, Menshikov Sarayı, Porselen Müzesi, Staraya Derevnya Depo Tesisi, Genelkurmay binasının doğu kanadı. 13.yy'dan 20.yy'a kadar tarihlenen birçok sanat eseri, 120 ayrı odada sergileniyor. Müzeye girer girmez hayran kalıyorsunuz zaten. Duvarlardaki müthiş süslemelere mi baksam yoksa tavandaki harika tabloya mı baksam şaşırıyorsunuz.
Girişte sizi masallarda görebileceğiniz merdivenler karşılıyor. Her köşe o kadar büyüleyici ki, elimdeki fotoğraf makinasıyla hangi kareyi çekeceğimi şaşırdım.
|
Altın Yazı Odası |
|
Köşk Salonu |
Köşk salonunda James Cox tarafından yapılan ve 18.yy'a tarihlenen altın tavuskuşu bir saat var.
|
Rafael Kemerleri |
|
İtalyan Tavan Penceresi Odası |
Müzenin çok geniş bir Rembrandt koleksiyonu var. Yanda fotoğrafı görülen 1668 tarihli tablonun adı: Savurgan Oğlun Dönüşü. Bu tablonun konusu, İncil'de geçen bir hikaye ile ilgiliymiş. Bir oğul, babasından ona kalacak mirası ister, baba ocağını terk eder ve bütün servetini boşa harcar. En sonunda, hasta ve fakir bir halde baba ocağına geri döner. Baba, gözyaşları içinde oğlunu karşılar ve affeder, aynı Tanrı'nın kendinden af dileyenleri affetiği gibi. Bu eser, sevgi, iyilik ve hayırseverlik ile ilgilidir. Olaya, insanlığın en büyük bilgeliği ve ilahi yüceliği olarak yaklaşılmış ve mutlak bir sessizlik ve sakinlik içerisinde işlenmiştir. Baba ve oğul figürlerindeki duygu ve dram derinliği Rembrandt tarafından duygusal bir hassasiyetle verilmiş. Sanatçının kabataslak fırça darbeleri, ustaca yapılmış bu resmin duygu ve çarpıcılığını vurguluyor. Rembrandt'ın bu kıssadan hissesi herkesin herkesin kalbinde yer ediyor: "Şüretmeliyiz ki bu oğul ölmüştü ve şimdi tekrar yaşıyor; kaybolmuştu ve bulundu."
|
"Haman Recognizes His Fate" |
St. Petersburg programı çok yoğundu bu sebeple müzede ancak yarım gün geçirebildik. Bir günde bile layıkıyla gezemeyeceğiniz müzeyi yarım günde gezmek ancak içinden geçmek demek. Eserleri çok detaylı incelemek şöyle dursun, sadece önlerinden geçebildik. Gombrich'in kitabında geçen ve kitaptan alıntı yapmak istediğim bir tablo var. Ne yazıkki fotoğrafını çekmemişim ama bu adresten bakabilirsiniz: https://commons.m.wikimedia.org/wiki/File:Rembrandt_-_Biblical_Scene_-_WGA19127.jpg . "Rembrandt bir sahnenin içinde yatan anlamı ifade etmek için hiçbir zaman yapmacık veya abartılı hareketlere yer vermemiştir. Sanatçı, Davud ve Abşolom'un Barışması resminde Eski Ahit'te yer alan ve daha önce hemen hemen hiç resimlenmemiş bir konuyu, Davud peygamberle kötü oğlu Abşalom arasındaki barışmayı işlemiştir.
|
"Descent From Cross" |
Rembrandt, Eski Ahit'i okuyup, Kutsal Toprak'ın krallarını ve kavimlereinin atalarını hayalinde canlandırmaya çalışırken, Amsterdam'ın kalabalık limanında gördüğü Doğuluları düşünüyordu. İşte bunun için Davud'a bir Hintli veya Türk gibi, koca bir sarık giydirmiş ve Abşalom'un beline Doğu'ya özgü kıvrık bir kılıç takmıştır. Rembrandt'ın ressam gözleri, Doğu'ya has giysilerin ihtişamından etkilenmiş, bu giysilerdeki değerli kumaş, altın ve müchevherlerin sunduğu çeşitli ışık oyunlarının büyüsüne kapılmıştır. Rembrandt'ın bu tür parıltılı yüzeylerin dokusunu vermede Rubens ve Valazquez kadar usta olduğunu görüyoruz. Rembrandt, parlak renkleri ikisinden de daha az kullanmıştır. Çoğu resminden ilk edinilen izlenim oldukça koyu bir kahverengi tonların hakimiyetidir. Ancak bu koyu tonlar yarattıkları güçlü kontrastla, resimdeki az sayıda canlı ve parlak rengi daha da vurgular. Bu nedenle, Rembrandt'ın bazı tablolarında, ışık neredeyse göz kamaştıracak kadar parlak görünür. Ne var ki Rembrandt, bu sihirli ışık ve gölge etkilerini, hiçbir zaman amaçsızca kullanmamış, sahnenin dramatikliğini hep bu yolla vurgulamıştır. Kibirli giysisiyle başını babasının göğsüne gömmüş genç prensin veya oğlunun baş eğişini sakin bir hüzünle kabul eden kral Davud'un davranışından daha dokunaklı ne olabilirdi? Abşalom'un yüzünü görmesek de, onun hissetmiş olması gereken duyguları biz de hissederiz."
|
"Woman in a Garden" |
Müzede, Rembrandt haricinde, Leonardo da Vinci, Monet, Matisse, Pissaro, Van Gogh gibi ünlü ressamların da tabloları var. Yandaki tablo, Claude Monet tarafından yapılmış. "Monet, arkadaşlarını atölyelerini tamamen terk etmeye ve konuya bakmadan tek bir fırça bile sürmemeye çağırdı. Nehir manzarasının tüm durum ve etkilerini gözlemleyebilmek için, ufak bir kayığı atölye haline getirmişti. Onu ziyarete gelen Manet, bu genç adamın yönteminin doğruluğuna öylesine inandı ki ona saygısını göstermek için açık hava atölyesinde çalışırken resmini yaptı. Monet, tüm doğa resimlerinin "yapıldığı yerde" bitirilmesini savunuyordu. Bu düşünce, sadece alışkanlıkların değişmesini ve atölyedeki rahat ortamdan vazgeçmesini gerektirmiyor, ister istemez yeni teknik yöntemlerin de ortaya çıkmasına neden oluyordu. "Doğa" ya da konu (motif) sürekli olarak değişir: bulutlar güneşin önün kapatır, rüzgar sudaki yansımayı bozar. Doğanın kendine özgü bir anını yakalamayı ümit eden bir ressamın, boyalarını karıştırıp istediği renge bulamaya, hele eski ustaların yaptığı gibi kahverengi bir zemin üstüne tabakalar halinde sürmeye hiç vakti yoktur. Bunun için renkleri hızlı vuruşlarla tuvale geçirmesi ve bunu yaparken ayrıntılardan çok tüm resmin genel etkisine dikkat etmesi gerekir. İşte resimlerdeki bu bitmemişlik duygusu ve baştan savma görünen yöntem, eleştirmenleri sık sık çileden çıkarıyordu. Monet'nin çevresindeki genç manzara ressamları için kural dışı resimlerini Salon'a kabul ettirmek neredeyse imkansızdı. Bu sanatçılar 1874'te bir araya gelip, bir fotoğrafçının atölyesinde bir sergi düzenlediler. Bu sergide, adı katalogda "Impression: soleil levant" (İzlenim, gün doğumu) olarak geçen, Monet'nin bir tablosu vardı. Tablo, bir limanın, sabah sisleri arasından görünümüydü. Bu tablonun adını özellikle gülünç bulan bir eleştirmen, tüm bu sanatçılara "Empresyonistler" (İzlenimciler) adını verdi. Böylece, bu ressamların tablolarını sağlam bir bilgiye dayandırmadıklarını ve geçici bir anın izlenimini yeterli bulduklarını belirtmek istiyordu. "Empresyonist" adı tuttu. Bu addaki ince alay, tıpkı "Gotik", "Barok" veya "Maniyerist" nitelemelerinin aşağılayıcı anlamı gibi, kısa sürede unutuluverdi. Bir süre sonra sanatçılar, "Empresyonist" diye adlandırılmayı benimsediler ve o zamandan beri de "Empresyonistler" olarak anılırlar." (E. H. Gombrich, Sanatın Öyküsü).
"Henri Matisse Doğu halılarının ve kuzey Afrika manzaralarının renklerini inceledi ve modern tasarım anlayışına büyük etkisi olan bir üslup geliştirdi. Yandaki resim, onun 1908'de yaptığı, "La Desserte" (Yemek Sonrası) adlı bir tabloyu gösteriyor. Matisse gördüğü sahneyi dekoratif bir desene çevrimede çok daha ileri gitmiştir. Duvar kağıdındaki ve masa örtüsündeki motiflerle masanın üstündeki nesneler arasındaki etkileşim, tabloya hakim olan deseni oluşturmaktadır. İnsan figürüyle pencereden görünen manzara da, desenin bir parçası olmuştur. Bu yüzden kadının ve ağaçların dış hatlarının sadeleşmesi ve formlarının bozularak duvar kağıdının çiçek motiflerine uyması, oldukça tutarlı gelmektedir. Matisse'in kendisi, bir an bile olsun, entelektüel tavrın karşısında olmadığı halde, resimlerindeki sade çizgilerde ve parlak renklerde çocuk resimlerinin dekoratif etkisinden bir şeyler var. Bu onun güçlü yanıydı. Ama aynı zamanda da zayıf yönünü oluşturuyordu, çünkü çağdaşlarına bir çıkış yolu göstermesini sağlamadı." (E. H. Gombrich, Sanatın Öyküsü).
Hermitaj müzesinde Türklerin tarihine ait eserler de var. Altay dağlarının eteklerinde UKOK yaylası PAZIRLIK vadisinde yer alan, özellikle İskitlerin Türklüğü ile ilgili önemli ipuçları ve bulguların ortaya çıktığı tarihi arkeolojik alandan çıkartılan eserlere müzede oldukça büyük bir alan ayrılmış. Pazırlık kurganı, bölgede ele geçirilen objeler ve eserlerden dolayı UNESCO Dünya Mirası Listesine girmiş. Bulunan eserler arasında en değerlilerinden birisi İskit halısıymış. Dünyanın en eski halısı olarak nitelendirilen Pazırlık halısı, Hermitaj müzesinde sergileniyor. Ne yazıkki bu bölüm en sona kaldı ve çok hızlı gezdik. Rehberimiz tuvalet molası bile vermedi. Tuvalete gitmek isteyenler bu salonu görmeden bize yetişti. Ben de hızlıca birkaç fotoğraf ancak çekebildim. Pazırlık'ta bulunan atlı adam figürleri yukarıdaki fotoğrafta görünüyor. İncelemeler sonrasında Pazırlık halısının Türk menşeili olduğu belirlenmiş. Halıda gördes düğümü olarak bilinen Türk düğümünün kullanılması, desenlerin Türk desenleri ile olan benzerliği gibi birçok durum bu halının Türk halısı olduğunu göstermiş.
Tur programında müzeye yalnızca yarım gün ayrılmıştı ve St.Petersburg'da olduğumuz gün cuma olduğu için çok fazla trafik vardı. Trafikte beklerken de oldukça fazla zaman kaybettik. Bu nehir turunun en zayıf yanlarından biri de buydu. St. Petersburg ve Moskova'da geçirdiğimiz günler ikisinde de cumaya denk geldi ve çok trafik vardı. Müzenin hediyelik eşya mağazasından hızlıca birşeyler almaya çalışırken, rehberin dağıttığı kulaklıktan sesi geldi, grupla beraber müzeden çıkmış otobüse gitmek için karşıdan karşıya geçiyorlardı. Koştur koştur onlara yetiştik. Saint Isaac Katedralinin ancak önünden otobüsle geçecek kadar vaktimiz oldu.
Ünlü Astoria otelinin önünden de geçip, kanal turuna çıkacağımız teknenin yanına geldik. Kanal turunda havyar ve şampanya ikram ediyorlar. Karnımda Arda olduğu için benim şampanyamı tabiiki eşim içti. Gemimizin verdiği kumanyaları da bu teknede dağıttılar ve öğle yemeğimizi de burada yedik. Kanal turu ekstraydı ama kesinlikle tavsiye ederim çok keyifliydi.
Tur sırasında Hermitaj müzesinin nehir kenarından bir fotoğrafını da çekebildim. Böylece St. Petersburg'daki ilk günümüz sona erdi.